Bu aralar her sabah adet edindiğim üzere, işime gücüme başlamadan önce, twitter gönderilerine bir göz gezdirdim.
Ece Temelkuran'ın tweetine ilişti gözüm ilk yazısı "Bir sahtekar olarak hayat" başlıklı ve çok hoşbir yazıydı doğrusu, kendi hayatımdan bir kesit gibiydi, meraklanıp diğer yazısınıda okudum "Yaşam tarzınız var mı?" konusu irdeleniyor AKP ve bizim tarafın yüksek gelirli kesiminin orta ve alt tabaka insanlarla arasındaki uçuruma rağmen iki ana grubun hiçte birbirinden farklı olmadığının üstüne parmak basıyordu.
ve bunun çok güzel bir cümleyle ortaya koyuyordu : "Toplumsal piramidin yukarı basamaklarına tırmanıldığında bir fark olmadığı ortada. Meraklısı gidip hemen İstinye Park alışveriş merkezine bakabilir. Aynı dükkânlarda dolaşan kadınlar arasındaki tek fark birinin başörtülü, diğerinin başörtüsüz olması. Ne gecekondu mahallesinden gelen tezgâhtarlara davranışları, ne tüketim alışkanlıkları arasında bir fark var. Aynı lüks şarküteri dükkânından alışveriş eden iki kitle arasındaki “yaşam tarzı farkı” adlı heyula gerilim aslında iki yudum şaraba bakar."
Gerçekten de orta ve alt gelir düzeyine sahip insanlarımız, sade bir telaş içerisinde yaşamaya mahkum iken, üst tabaka; ki hepimizin kaderini belirleyen zümredir bu kitle, birbiri ile savaş halinde olmasına rağmen birbirlerinden hiç te farklı değillerdi.
Ya Orta ve Alt gelir düzeyinde yaşayan insanlarımız ? Onların bir tarzı varmı acaba ?
Elbette var...
Her sabah saat 5 - 6 sularında uyanıp dolmuşa, otobüse yetişmeye çalışmak. Her gün bir üst sınıfa ait patronunun kişisel kaprislerine rağmen, işini en iyi biçim de yapmaya çalışıp, en azından ait olduğu gelir düzeyini korumaya uğraşmak, evde ekmek bekleyen eşe, çocuklara yüzünü kara çıkartmamak için debelenip durmaktan ibaret olan bir tarz.
Dünkü asgari ücret tartışması işte tamda bu insanların yaşamları üzerinde verilen en hayati karardı. Düşünün evde 2 çocuk, 1 eş, ev kira, çocuklar yemek bekler , üst baş ister, eş evde savaşıp durmaktan bunalmış durmadan beyninizi yer, ev sahibi kira diye tepenizde tepinir ve siz ayda 1200Tl olan aylık gideri 550TL ile çevirmeye çalışırsınız !
Tabiki bir tarzları var ve aslını isterseniz sadece tarzlarıda yok bir ekonomi profesörünü kıskançlıktan çatlatacak, Harward mezunu bir mikro ekonomi doktoru edası ile yürütmeyi başardıkları bir de hayatları var.
Peki neden bu hale geldi bu insanlar neden bizi yöneten devlet büyüklerimiz kendisini seçen bu halka bu denli yabancı ve kayıtsızlar ?
Çok basit bir cevabı var bunun 10 Kasım 1938 tarihi bu milletin miladıdır aslında. Kendisini milletine adamış, yalnızca onun makus talihini değiştirmek için didinip duran. Halkına rağmen, o halkı samimiyeti ve icraatları ile yanına çekmeyi başarmış bir liderin kaybının günüdür o gün.
Cumhuriyeti kuran nesil, şu an bizim olduğumuzdan çok daha sefil bir hayat sürerken, yinede yıkıntıların arasından doğrulacak azmi, heyecanı, isteği ortaya koyacak ülküyü, o insan sayesinde edinmeyi bilmiş ve bugün bizim Cumhuriyet çocukları dediğimiz her alanda atılım yapan, ülke menfaatlerini kişisel menfaatlerini üstünde tutarken, bunu da en içten duygularla yapabilen bir nesli vücuda getirmişti.
Onlara minnettarız...
Oysa bugün çatırdayan Cumhuriyetimizin insanlarına verebileceği pekde birşey kalmış gibi görünmüyor.
Cumhuriyetin sahipleri köşelerine çekilmiş o eski heyecandan yoksun sadece mırıldanmakta, korku ve sindirilmişliğin verdiği eziklik ve isyanlarla, birşeyler yapamamanın ızdırabını yaşamakta.
O cumhuriyeti yönetenlerse İstanbulda saraylar çevresinde kaldırımlara kırmızı hallılar döşeterek, akılları sıra saltanatçılık oynama telaşında.
Pekiya vatandaş ? Yaşamın ağır yükü altında ezilmektedir. Ne yapsın cumhuriyeti bu vatandaş, neden kurtarmak için çırpınsınki, 1938 den beri onu kim umursamış ki o cumhuriyetini umursasın.
Neden evine ekmek bile götürebilmeyi zar zor başarırken, o ekmekten de olsun.
Tarzımız var belki ama ülkümüz yok!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder