Bu aralar her sabah adet edindiğim üzere, işime gücüme başlamadan önce, twitter gönderilerine bir göz gezdirdim.
Ece Temelkuran'ın tweetine ilişti gözüm ilk yazısı "Bir sahtekar olarak hayat" başlıklı ve çok hoşbir yazıydı doğrusu, kendi hayatımdan bir kesit gibiydi, meraklanıp diğer yazısınıda okudum "Yaşam tarzınız var mı?" konusu irdeleniyor AKP ve bizim tarafın yüksek gelirli kesiminin orta ve alt tabaka insanlarla arasındaki uçuruma rağmen iki ana grubun hiçte birbirinden farklı olmadığının üstüne parmak basıyordu.
ve bunun çok güzel bir cümleyle ortaya koyuyordu : "Toplumsal piramidin yukarı basamaklarına tırmanıldığında bir fark olmadığı ortada. Meraklısı gidip hemen İstinye Park alışveriş merkezine bakabilir. Aynı dükkânlarda dolaşan kadınlar arasındaki tek fark birinin başörtülü, diğerinin başörtüsüz olması. Ne gecekondu mahallesinden gelen tezgâhtarlara davranışları, ne tüketim alışkanlıkları arasında bir fark var. Aynı lüks şarküteri dükkânından alışveriş eden iki kitle arasındaki “yaşam tarzı farkı” adlı heyula gerilim aslında iki yudum şaraba bakar."
Gerçekten de orta ve alt gelir düzeyine sahip insanlarımız, sade bir telaş içerisinde yaşamaya mahkum iken, üst tabaka; ki hepimizin kaderini belirleyen zümredir bu kitle, birbiri ile savaş halinde olmasına rağmen birbirlerinden hiç te farklı değillerdi.
Ya Orta ve Alt gelir düzeyinde yaşayan insanlarımız ? Onların bir tarzı varmı acaba ?
Elbette var...
Her sabah saat 5 - 6 sularında uyanıp dolmuşa, otobüse yetişmeye çalışmak. Her gün bir üst sınıfa ait patronunun kişisel kaprislerine rağmen, işini en iyi biçim de yapmaya çalışıp, en azından ait olduğu gelir düzeyini korumaya uğraşmak, evde ekmek bekleyen eşe, çocuklara yüzünü kara çıkartmamak için debelenip durmaktan ibaret olan bir tarz.
Dünkü asgari ücret tartışması işte tamda bu insanların yaşamları üzerinde verilen en hayati karardı. Düşünün evde 2 çocuk, 1 eş, ev kira, çocuklar yemek bekler , üst baş ister, eş evde savaşıp durmaktan bunalmış durmadan beyninizi yer, ev sahibi kira diye tepenizde tepinir ve siz ayda 1200Tl olan aylık gideri 550TL ile çevirmeye çalışırsınız !
Tabiki bir tarzları var ve aslını isterseniz sadece tarzlarıda yok bir ekonomi profesörünü kıskançlıktan çatlatacak, Harward mezunu bir mikro ekonomi doktoru edası ile yürütmeyi başardıkları bir de hayatları var.
Peki neden bu hale geldi bu insanlar neden bizi yöneten devlet büyüklerimiz kendisini seçen bu halka bu denli yabancı ve kayıtsızlar ?
Çok basit bir cevabı var bunun 10 Kasım 1938 tarihi bu milletin miladıdır aslında. Kendisini milletine adamış, yalnızca onun makus talihini değiştirmek için didinip duran. Halkına rağmen, o halkı samimiyeti ve icraatları ile yanına çekmeyi başarmış bir liderin kaybının günüdür o gün.
Cumhuriyeti kuran nesil, şu an bizim olduğumuzdan çok daha sefil bir hayat sürerken, yinede yıkıntıların arasından doğrulacak azmi, heyecanı, isteği ortaya koyacak ülküyü, o insan sayesinde edinmeyi bilmiş ve bugün bizim Cumhuriyet çocukları dediğimiz her alanda atılım yapan, ülke menfaatlerini kişisel menfaatlerini üstünde tutarken, bunu da en içten duygularla yapabilen bir nesli vücuda getirmişti.
Onlara minnettarız...
Oysa bugün çatırdayan Cumhuriyetimizin insanlarına verebileceği pekde birşey kalmış gibi görünmüyor.
Cumhuriyetin sahipleri köşelerine çekilmiş o eski heyecandan yoksun sadece mırıldanmakta, korku ve sindirilmişliğin verdiği eziklik ve isyanlarla, birşeyler yapamamanın ızdırabını yaşamakta.
O cumhuriyeti yönetenlerse İstanbulda saraylar çevresinde kaldırımlara kırmızı hallılar döşeterek, akılları sıra saltanatçılık oynama telaşında.
Pekiya vatandaş ? Yaşamın ağır yükü altında ezilmektedir. Ne yapsın cumhuriyeti bu vatandaş, neden kurtarmak için çırpınsınki, 1938 den beri onu kim umursamış ki o cumhuriyetini umursasın.
Neden evine ekmek bile götürebilmeyi zar zor başarırken, o ekmekten de olsun.
Tarzımız var belki ama ülkümüz yok!
30 Aralık 2010 Perşembe
Avrupa, ABD , PKK (pe ka ka) ve Yugoslav Modeli !!!
Bu gün CNNTürk kanalında, Tarafsız Bölge programı sırasında ibretlik anlar yaşandı.
Özellikle Fehmi Demir söylemleriyle tüylerimi diken diken etti doğrusu.
Kendisi Kürtlerin kendi dilleri, kendi yönetimlerini kapsayan federetif bir formül istediğini,bu federasyon modelinin dünyada pek çok örneği olduğunu, bu coğrafyada kürtlerin ve tüm diğer etnik kökenleri temsil edenlerin, federetif bir yapıyla, yeralması gerektiğini belirtirken, allahtan Prof.Dr. Nurşen Mazıcı, kendisine ortak bir dil olmadığı taktirde, ortak sınırların olmayacağını hatırlattı.
Fehmi Bey bunun üzerine olamamasının bir nedeni bulunmadığını, bunun pek çok örneği olduğunu ifade ederken, Sayın Nurşen Mazıcı "doğru dürüst bir birlik oluşturabilmiş hiç bir örnek veremezsiniz buyrun verin bir örnek" diyerek topu Fehmi beye attı.
Açıkçası bu ana kadar oldukça gerilmiş PKK'nın manifestosu gibi ortaya konan bu durumun aslında yapılmak istenen şey olduğunun gözler önüne serilmesinden de ürkmüştüm.
Bu sırada Fehmi bey, Sayın Mazıcı'ya İsveç örneğini verince, Sayın Mazıcı İsveçte kendisinin de bulunduğunu ve kantonlar arası ayrı dillerin konuşulduğunun doğru olduğunu ama bu nedenle, bir kişinin; bulunduğu kantondan ayrılıp başka bir kantona yerleşemediğini, bunun hoş karşılanmadığını ve o kişinin dışlanacağını dolayısıyla başarılı olmuş bir örnek olmayacağını söyleyerek, açıkçası benim fehmi beyin gırtlağına sarılmak isteğimi son derece güzel bir üslupla bastırmış oldu.
Çünkü Fehmi bey açıkçası bu durumdan baya rahatsız olmuştu ve hata yapmış olduğunu farketti ki başka bir örnek bulabilmek için çırpınmaya başladı.
Sayın Mazıcı bu noktada Türkiye de yugoslavya modelinin uygulanmaya çalışıldığının üzerine vurgu yaparak, bunun bölünmeye sebep olacağını, farkli dil ve federasyonu istemenin hep sonunda kan dökülmesine neden olduğunun tarih boyunca örnekleri olduğunu, bunun yerine bir üst kimlikte ve bir resmi dilde uzlaşmanın, kültürel farklılığa rağmen coğrafi sınırların korunmasına ve barışın korunmasına katkısı olacağını, aksi halde tarafların birbiri ile çatışma içerisine itileceği gerçeğine vurgu yaparak sözünü tamamladı.
Kendisine ister istemez hak verdim.
Sonra; bir ay önce bunları duymuş olsaydım dağa çıkıp, kuvva_ı milliye hareketinin öncülerinden olmaya kalkabileceğimi, ama bugün bu fikre alışmaya başladığımı farkettim.
İlginç değil mi ? Benim gibi azılı Türk milliyetçisi bir kişiyi bile, enformasyon taktikleri ile yavaş yavaş, iki dil kavramına alıştırmaya hatta bunun olmaması halinde ortalığın fena karışacağına öyle güzel alıştırdılar ki !
Bu oyunu bu ülkede artık AKP ve PKK gerçekten çok bilinçli ve çok profesyonelce oynamaya başladılar.
Bir fikri ortaya at, bırak her platformda tartışılsın, olumlu yada olumsuz... Bunun bir önemi yok, çünkü amaç zaten tartışılması ve kulakların beyinlerin kavramlara alışmasının sağlanması ve toplumun tepkilerinin ön tetiklemelerle azaltılması, aynı zamanda ölçülmesi.
Ya sonrasında ? İşte o noktada ben yaptım oldu denildiğinde, uyuşmuş beyinlerimiz nasılsa bu kaçınılmazdı diyerek susmakta ve aşırı tepkiler vermemekte.
Sonrasında da zaten gündem değiştiğinden millet daha ne olduğunu bile anlamadan istenen değişim gerçekleştirilmektedir.
Bu uygulama Amerikan siyasi hayatının, enformatik seçim taktiklerini fazla andırmıyormu sizce ? Açıkçası amerikan halkı üzerinde kullandıkları enformatif uygunlaştırma politikasının, bire bir ülkemizde uygulanmasına seyirci olmaktayız.
Son olarak bu gün Türkiyede sahnelenen bu oyunların bundan 12 yıl kadar önce Yugoslavyada sergilendiğini ve bunun sonuçlarını lütfen unutmayalım. Buradan kendini kürt olarak tanımlayan kişilere sesleniyorum, eğer varolmak ve bu coğrafyada barış içerisinde yaşamak istiyorsanız, Yugoslav çözümünün sonuçlarını unutmayınız. Teknolojik ve askeri olarak üstün olan sırpların her şeye rağmen istediklerini aldıklarını, tüm acıları ise azınlıkların çektiğini asla asla unutmasınlar.
Kendi mahvınıza neden olabilecek bu aptalca çabaları bir kenara bırakın.
Bu günki Tarafsız Bölge programına bence damgasını basan ve herkesin hatırlaması gereken sahne, Sayın Yaşar Okuyanın, Fehmi Demire gösterdiği gazete küpürü ve yüksek sesle başlığını okuyarak sorduğu şu sorudur :
"Fehmi Bey bakınız bu gazete sayfasında, PKK tarafından döşenen bir mayınla sakat bırakılan bir subayımızın, hayatı söndürülen bir Türk kahramanının teselliyi, desteği ve yaşama azmini bir Kürt kızında bulduğunu yazıyor, işte Türkiyenin gerçeği budur, siz bu gerçeği nasıl değiştireceksiniz bu tabloyu nasıl ayrıştıracaksınız."
Sayın Okuyan; Kararlı ve gerçekçi duruşunuz için sizi tebrik eder, milletimizin geleceği için bu tür platformlarda mücadelenizin devamını canı gönülden dilerim.
Özellikle Fehmi Demir söylemleriyle tüylerimi diken diken etti doğrusu.
Kendisi Kürtlerin kendi dilleri, kendi yönetimlerini kapsayan federetif bir formül istediğini,bu federasyon modelinin dünyada pek çok örneği olduğunu, bu coğrafyada kürtlerin ve tüm diğer etnik kökenleri temsil edenlerin, federetif bir yapıyla, yeralması gerektiğini belirtirken, allahtan Prof.Dr. Nurşen Mazıcı, kendisine ortak bir dil olmadığı taktirde, ortak sınırların olmayacağını hatırlattı.
Fehmi Bey bunun üzerine olamamasının bir nedeni bulunmadığını, bunun pek çok örneği olduğunu ifade ederken, Sayın Nurşen Mazıcı "doğru dürüst bir birlik oluşturabilmiş hiç bir örnek veremezsiniz buyrun verin bir örnek" diyerek topu Fehmi beye attı.
Açıkçası bu ana kadar oldukça gerilmiş PKK'nın manifestosu gibi ortaya konan bu durumun aslında yapılmak istenen şey olduğunun gözler önüne serilmesinden de ürkmüştüm.
Bu sırada Fehmi bey, Sayın Mazıcı'ya İsveç örneğini verince, Sayın Mazıcı İsveçte kendisinin de bulunduğunu ve kantonlar arası ayrı dillerin konuşulduğunun doğru olduğunu ama bu nedenle, bir kişinin; bulunduğu kantondan ayrılıp başka bir kantona yerleşemediğini, bunun hoş karşılanmadığını ve o kişinin dışlanacağını dolayısıyla başarılı olmuş bir örnek olmayacağını söyleyerek, açıkçası benim fehmi beyin gırtlağına sarılmak isteğimi son derece güzel bir üslupla bastırmış oldu.
Çünkü Fehmi bey açıkçası bu durumdan baya rahatsız olmuştu ve hata yapmış olduğunu farketti ki başka bir örnek bulabilmek için çırpınmaya başladı.
Sayın Mazıcı bu noktada Türkiye de yugoslavya modelinin uygulanmaya çalışıldığının üzerine vurgu yaparak, bunun bölünmeye sebep olacağını, farkli dil ve federasyonu istemenin hep sonunda kan dökülmesine neden olduğunun tarih boyunca örnekleri olduğunu, bunun yerine bir üst kimlikte ve bir resmi dilde uzlaşmanın, kültürel farklılığa rağmen coğrafi sınırların korunmasına ve barışın korunmasına katkısı olacağını, aksi halde tarafların birbiri ile çatışma içerisine itileceği gerçeğine vurgu yaparak sözünü tamamladı.
Kendisine ister istemez hak verdim.
Sonra; bir ay önce bunları duymuş olsaydım dağa çıkıp, kuvva_ı milliye hareketinin öncülerinden olmaya kalkabileceğimi, ama bugün bu fikre alışmaya başladığımı farkettim.
İlginç değil mi ? Benim gibi azılı Türk milliyetçisi bir kişiyi bile, enformasyon taktikleri ile yavaş yavaş, iki dil kavramına alıştırmaya hatta bunun olmaması halinde ortalığın fena karışacağına öyle güzel alıştırdılar ki !
Bu oyunu bu ülkede artık AKP ve PKK gerçekten çok bilinçli ve çok profesyonelce oynamaya başladılar.
Bir fikri ortaya at, bırak her platformda tartışılsın, olumlu yada olumsuz... Bunun bir önemi yok, çünkü amaç zaten tartışılması ve kulakların beyinlerin kavramlara alışmasının sağlanması ve toplumun tepkilerinin ön tetiklemelerle azaltılması, aynı zamanda ölçülmesi.
Ya sonrasında ? İşte o noktada ben yaptım oldu denildiğinde, uyuşmuş beyinlerimiz nasılsa bu kaçınılmazdı diyerek susmakta ve aşırı tepkiler vermemekte.
Sonrasında da zaten gündem değiştiğinden millet daha ne olduğunu bile anlamadan istenen değişim gerçekleştirilmektedir.
Bu uygulama Amerikan siyasi hayatının, enformatik seçim taktiklerini fazla andırmıyormu sizce ? Açıkçası amerikan halkı üzerinde kullandıkları enformatif uygunlaştırma politikasının, bire bir ülkemizde uygulanmasına seyirci olmaktayız.
Son olarak bu gün Türkiyede sahnelenen bu oyunların bundan 12 yıl kadar önce Yugoslavyada sergilendiğini ve bunun sonuçlarını lütfen unutmayalım. Buradan kendini kürt olarak tanımlayan kişilere sesleniyorum, eğer varolmak ve bu coğrafyada barış içerisinde yaşamak istiyorsanız, Yugoslav çözümünün sonuçlarını unutmayınız. Teknolojik ve askeri olarak üstün olan sırpların her şeye rağmen istediklerini aldıklarını, tüm acıları ise azınlıkların çektiğini asla asla unutmasınlar.
Kendi mahvınıza neden olabilecek bu aptalca çabaları bir kenara bırakın.
Bu günki Tarafsız Bölge programına bence damgasını basan ve herkesin hatırlaması gereken sahne, Sayın Yaşar Okuyanın, Fehmi Demire gösterdiği gazete küpürü ve yüksek sesle başlığını okuyarak sorduğu şu sorudur :
"Fehmi Bey bakınız bu gazete sayfasında, PKK tarafından döşenen bir mayınla sakat bırakılan bir subayımızın, hayatı söndürülen bir Türk kahramanının teselliyi, desteği ve yaşama azmini bir Kürt kızında bulduğunu yazıyor, işte Türkiyenin gerçeği budur, siz bu gerçeği nasıl değiştireceksiniz bu tabloyu nasıl ayrıştıracaksınız."
Sayın Okuyan; Kararlı ve gerçekçi duruşunuz için sizi tebrik eder, milletimizin geleceği için bu tür platformlarda mücadelenizin devamını canı gönülden dilerim.
Mustafa Kemal ve Nine (Paşanın Anılarından)
Bugün Cnn Tükü İzlerken Küplere Bindiğim Bir Sırada, Fehmi Demir'in Çıkışına Cevap Vermezsem Gözüm Açık Giderim Diyerek, İnternetten Araştırma Yaparken Bir Blog Yazısına Rastladım.
Okudum, Okudukça Gözlerim Doldu...
İstedimki Bu Yazıyı Hiç Bozmadan Yazarın Sayfasından Olduğu Gibi Alıp Yayınlayayım, Sizlerde Okuyun. Daha Doğrusu Kendi Azımdan Anlatıp Büyüsünü Bozmak İstemedim Aynen Alıntıdır.
Yazarın Kendi Sayfasından okumak İsterseniz İlgili Bloğun Linki : http://bit.ly/eO6pI2
İşte Atanın Anılarından Biri :
Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı.
Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.
- Merhaba nine.
Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
- Merhaba dedi.
- Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Kadın şöyle bir duralayıp;
- Neden sordun ki, dedi. Buraların saabisi misin? Yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.
- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?
Kadın başını salladı.
- Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın g eç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.
- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?
- Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gâ vur
harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan gurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mihtara anlatinca, o da bana bilet aliverip saldi Angaraya, giceleyin
geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte agsamdan belli böyle kendimi ordan
oraya vurup duruyom bey.
- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadının birden yüzü sertleşti.
- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki.. O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden gurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşiyoz. Sunun bunun gâvur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüz ünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver.
Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duy gulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek;
- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanimizdir... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Pasa yani Atatürk işte karsında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp
Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;
- Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye
getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.
Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kad ar gittik. Oradakilere şu emri verdi;
-'Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin.Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.'
( 'Ananı da al git' deyip, bir anlamda vatandaşa küfredenler var artık zamanımızda )
Bu yazıyı okurken duygulanan veya ağlayanlar varsa, hala umut var demektir..
Acaba kendisini 2 kilo şekere, 5 kilo kömüre satan, bugünkü Türk insanına mı benziyor bu NİNEM..
Yada ülkeyi babalar gibi satan siyasilere benziyor mu, ATAM...
Ne dersiniz? ...
Okudum, Okudukça Gözlerim Doldu...
İstedimki Bu Yazıyı Hiç Bozmadan Yazarın Sayfasından Olduğu Gibi Alıp Yayınlayayım, Sizlerde Okuyun. Daha Doğrusu Kendi Azımdan Anlatıp Büyüsünü Bozmak İstemedim Aynen Alıntıdır.
Yazarın Kendi Sayfasından okumak İsterseniz İlgili Bloğun Linki : http://bit.ly/eO6pI2
İşte Atanın Anılarından Biri :
Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı.
Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.
- Merhaba nine.
Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
- Merhaba dedi.
- Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Kadın şöyle bir duralayıp;
- Neden sordun ki, dedi. Buraların saabisi misin? Yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.
- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?
Kadın başını salladı.
- Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın g eç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.
- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?
- Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gâ vur
harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan gurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mihtara anlatinca, o da bana bilet aliverip saldi Angaraya, giceleyin
geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte agsamdan belli böyle kendimi ordan
oraya vurup duruyom bey.
- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadının birden yüzü sertleşti.
- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki.. O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden gurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşiyoz. Sunun bunun gâvur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüz ünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver.
Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duy gulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek;
- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanimizdir... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Pasa yani Atatürk işte karsında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp
Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;
- Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye
getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.
Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kad ar gittik. Oradakilere şu emri verdi;
-'Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin.Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.'
( 'Ananı da al git' deyip, bir anlamda vatandaşa küfredenler var artık zamanımızda )
Bu yazıyı okurken duygulanan veya ağlayanlar varsa, hala umut var demektir..
Acaba kendisini 2 kilo şekere, 5 kilo kömüre satan, bugünkü Türk insanına mı benziyor bu NİNEM..
Yada ülkeyi babalar gibi satan siyasilere benziyor mu, ATAM...
Ne dersiniz? ...
29 Aralık 2010 Çarşamba
Masonik Duruş Hikayesi
islamcı kesimin yeni bombası, Atamızın genellikle sağ elini gögüs hizasında ceketinin yada paltosunun düğmeleri arasına koyarak duruyor halde çekilmiş fotograflarına takmış durumdalar.
Biri; tweeter üzerinden bir video paylaşmış bende tabiri caiz ise ...mla gülerek izledim bu videoyu.
Neden mi ? Anlatayım...
Bu kişilere göre; bu duruş şekli masonik bir duruş olup, pek çok dünya lideri bu şekilde durmakta ve bu kişilerin mason olduğu gerçeğide bunun masonik bir duruş olduğu ve tabi bu bağlantıylada Atatürk'ün mason olduğunun kanıtıymış.
Ne vahimdir ki; bugün bu hülasaları ortaya atan hainler, kadir kıymet bilmez, şereften yoksun, hayadan, ardan bi_haber, cibiliyetsiz vatandaşlar, ne çabuk unutuyorlar ki !
Eğer Mustafa Kemal bundan 87 yıl önce, onların o soyları kuruyasıca dedelerini, içerisinde bulundukları gaflet uykusundan uyandırmasaydı, bu gün bu veledi zinalar, yunan palikaryalarının, fransız masonlarının, italyan carabinierilerinin ve ingiliz johnylerinin kısaca mason diye yerip küçümsedikleri her kesin ortak çocukları olacaklardı.
İşte bu hayasız vatandaşlarımız, Atamızı; islam düşmanı olarak tanıyıp, tanıtmak için ellerinden gelen herşeyi yaparken, tüm dünya, hala adından sözederken saygıda kusur etmemeye çalıştıkları Mustafa Kemal Atatürk, kendilerine bugün arsızca, hain emelleri için kullanmaktan imtina etmedikleri, demokrasiyi, cumhuriyeti ve milli bir devleti ortaya koymuş kendilerine özgür ve kimlikleriyle yaşama hakkını tanımıştır.
Bu kitle ellerini başının arasına alıp bu gerçeğin üzerinde uzun uzun düşünmek zorundadır.
Biri; tweeter üzerinden bir video paylaşmış bende tabiri caiz ise ...mla gülerek izledim bu videoyu.
Neden mi ? Anlatayım...
Bu kişilere göre; bu duruş şekli masonik bir duruş olup, pek çok dünya lideri bu şekilde durmakta ve bu kişilerin mason olduğu gerçeğide bunun masonik bir duruş olduğu ve tabi bu bağlantıylada Atatürk'ün mason olduğunun kanıtıymış.
Ne vahimdir ki; bugün bu hülasaları ortaya atan hainler, kadir kıymet bilmez, şereften yoksun, hayadan, ardan bi_haber, cibiliyetsiz vatandaşlar, ne çabuk unutuyorlar ki !
Eğer Mustafa Kemal bundan 87 yıl önce, onların o soyları kuruyasıca dedelerini, içerisinde bulundukları gaflet uykusundan uyandırmasaydı, bu gün bu veledi zinalar, yunan palikaryalarının, fransız masonlarının, italyan carabinierilerinin ve ingiliz johnylerinin kısaca mason diye yerip küçümsedikleri her kesin ortak çocukları olacaklardı.
İşte bu hayasız vatandaşlarımız, Atamızı; islam düşmanı olarak tanıyıp, tanıtmak için ellerinden gelen herşeyi yaparken, tüm dünya, hala adından sözederken saygıda kusur etmemeye çalıştıkları Mustafa Kemal Atatürk, kendilerine bugün arsızca, hain emelleri için kullanmaktan imtina etmedikleri, demokrasiyi, cumhuriyeti ve milli bir devleti ortaya koymuş kendilerine özgür ve kimlikleriyle yaşama hakkını tanımıştır.
Bu kitle ellerini başının arasına alıp bu gerçeğin üzerinde uzun uzun düşünmek zorundadır.
27 Aralık 2010 Pazartesi
Sayın Nazlı Ilıcaktan İnciler "Kayseri İftirasında Son Hamle"
Bu akşam eve geldiğimde, twitter günlüklerine bir göz attım, eh artık siyasi mücadeleye el attık ya, vatanımıza sahip çıkmak boynumuzun borcudur diyerek, Sayın Ilıcağın bugün ki yazım başlıklı tweet'ini gördüm.
Doğal olarak açtım ve okudum. İnanın tebessüm etmekten başka birşey gelmedi elimden.
Sayın Ilıcağın Köşe Yazısı
Yayını yapan yayın kuruluşunun kuralları gereği burada alıntı yaparak yazıya cevap veremiyorum. Hepinizden ricam bu yazımı okumadan lütfen sayın Ilıcağın yukarıda bağlantısını vermiş olduğum yazısını öncelikle okumanızdır.
Evet eğer yazıyı okuduysanız bir belediye başkanının ilgili kişiye ruhsat vermemeye uğraşmasını, yosuzluk yapmış olamayacaklarının kanıtı olarak sunuyor Sayın Ilıcak.
Şaşırmamak gerekir, kendisi her gün şurda, burda işlerini takip etmek zorunda olmadığından ve kendisinden rüşvet almak için halletmesi gereken işleri, durmadan yokuşa süren yetkililerle uğraşmak zorunda olmadığından bu işin taktiklerinden bi haber olması gayet doğaldır.
Sayın Ilıcak bazı kişiler, bazı makamlarda ciddi miktarda yolsuzluk gelirlerini bu yöntemle edinmektedir.
Vatandaş işini ilgili makam yada şahsa götürür,orada görevli kişiler sizi dinler, sonrasında o işin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı ya da gerçekleşebilmesi için bir alay ruhsat ve belge alması gerektiği kendisine ifade ederler. Hatta bu konuda başvuru yapmak; daha önce hiç gündeme gelmeyen, tozlu kural kitaplarında yazan elli tane, sizin bi haber olduğunuz kural ve kaidenin ortaya çıkmasına ya işinizin gerçekleşmemesine yada mühürlenmesine sebep olur.
Eh, siz o iş için muhtemelen bir ton para akıtmışsınızdır, size bir maliyeti olmuştur. Açmak yada istenen belgeyi almak zorundasınızdır ve araya tanıdıklar sokulmaya başlar, birileri gider gelir,sonra bir tanıdık yetkiliye yakın bir insan tanıyor olur ve sonunda aslında işin bir şekilde çözülebileceği yönünde bir bilgi gelir size.
Tabi bu hacetin giderilebilmesi için bir külfet olacağı söylenir ve sizde ya bu külfete katlanırsınız yada üstüne bir bardak su içersiniz.
Dediğim gibi Sayın Ilıcak tartışmasız dürüst kişiliği ile ve bulunduğu sınıf gereği bu tarz işlerle muhatap olmadığından, safane bir biçimde içten bir dürüstlükle yukarıda okuduğunuz yazıyı yazmış olsa gerek.
Ancak kendisini temin ederimki açıklanan belgeler ilgili suçluların ifadeleri, o ifadeyi verenlerin bir takım belgeleri imzaya yada onaya yetkili olmaması kendisinin savunduğu o belediye başkanının suçlu olabileceği kanaatinin toplumda güçlenmesine sebep olmakta, hükümetin resmi ağızlarının suskunluğu ya da ciddiye alınamayacak yalanlamaları bizleri iknaya yetmemektedir.
Her Türk vatandaşı gibi bende AKP'nin ve kadrolarının vatandaşına verdikleri sözü tutarak kendi içlerindeki yolsuzluk unsurlarını temizlemelerini bekliyor ve istiyorum. Ben kendi şahsıma bunun takipçisi olacağım.
Saygılarımla.
Doğal olarak açtım ve okudum. İnanın tebessüm etmekten başka birşey gelmedi elimden.
Sayın Ilıcağın Köşe Yazısı
Yayını yapan yayın kuruluşunun kuralları gereği burada alıntı yaparak yazıya cevap veremiyorum. Hepinizden ricam bu yazımı okumadan lütfen sayın Ilıcağın yukarıda bağlantısını vermiş olduğum yazısını öncelikle okumanızdır.
Evet eğer yazıyı okuduysanız bir belediye başkanının ilgili kişiye ruhsat vermemeye uğraşmasını, yosuzluk yapmış olamayacaklarının kanıtı olarak sunuyor Sayın Ilıcak.
Şaşırmamak gerekir, kendisi her gün şurda, burda işlerini takip etmek zorunda olmadığından ve kendisinden rüşvet almak için halletmesi gereken işleri, durmadan yokuşa süren yetkililerle uğraşmak zorunda olmadığından bu işin taktiklerinden bi haber olması gayet doğaldır.
Sayın Ilıcak bazı kişiler, bazı makamlarda ciddi miktarda yolsuzluk gelirlerini bu yöntemle edinmektedir.
Vatandaş işini ilgili makam yada şahsa götürür,orada görevli kişiler sizi dinler, sonrasında o işin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı ya da gerçekleşebilmesi için bir alay ruhsat ve belge alması gerektiği kendisine ifade ederler. Hatta bu konuda başvuru yapmak; daha önce hiç gündeme gelmeyen, tozlu kural kitaplarında yazan elli tane, sizin bi haber olduğunuz kural ve kaidenin ortaya çıkmasına ya işinizin gerçekleşmemesine yada mühürlenmesine sebep olur.
Eh, siz o iş için muhtemelen bir ton para akıtmışsınızdır, size bir maliyeti olmuştur. Açmak yada istenen belgeyi almak zorundasınızdır ve araya tanıdıklar sokulmaya başlar, birileri gider gelir,sonra bir tanıdık yetkiliye yakın bir insan tanıyor olur ve sonunda aslında işin bir şekilde çözülebileceği yönünde bir bilgi gelir size.
Tabi bu hacetin giderilebilmesi için bir külfet olacağı söylenir ve sizde ya bu külfete katlanırsınız yada üstüne bir bardak su içersiniz.
Dediğim gibi Sayın Ilıcak tartışmasız dürüst kişiliği ile ve bulunduğu sınıf gereği bu tarz işlerle muhatap olmadığından, safane bir biçimde içten bir dürüstlükle yukarıda okuduğunuz yazıyı yazmış olsa gerek.
Ancak kendisini temin ederimki açıklanan belgeler ilgili suçluların ifadeleri, o ifadeyi verenlerin bir takım belgeleri imzaya yada onaya yetkili olmaması kendisinin savunduğu o belediye başkanının suçlu olabileceği kanaatinin toplumda güçlenmesine sebep olmakta, hükümetin resmi ağızlarının suskunluğu ya da ciddiye alınamayacak yalanlamaları bizleri iknaya yetmemektedir.
Her Türk vatandaşı gibi bende AKP'nin ve kadrolarının vatandaşına verdikleri sözü tutarak kendi içlerindeki yolsuzluk unsurlarını temizlemelerini bekliyor ve istiyorum. Ben kendi şahsıma bunun takipçisi olacağım.
Saygılarımla.
Birdik bin olduk !
Çok yakın bir arkadaşım yazılarımı okuduktan sonra hem tebrik etmek, hemde düşüncelerini belirtmek inceliğini göstermiş. Elvancığım fikirlerime değer verdiğin ve takip ettiğin için teşekkür ederim.
Bende kendisine biraz cesaret vermek istedim, umarım okuyan her kese biraz cesaret biraz inanç desteği olur yazdıklarım.
Arkadaşım şakayla karışık "aman olum bak Ankaradasın, burunlarının dibinde alır götürürler seni" diye takılmış, peşinede "şaka bir yana gerçekten doğru şeyler yazıyorsun ama senin benimle olmaz herkesin bişiler yapması gerekio memleket gitti elden çok yazık " diyerek katkıda bulunmuş sağolsun.
Ve aslında doğruda söylemiş, günümüz Türkiyesinde; vatan, cumhuriyet, hukuk ve Türklük diyen sesi çıkabilen tüm aydınlarımız şimdi silivride değil mi ? Hem de hala haklarında net bir iddaneme ortaya konamadan, 2 yılı aşkın bir süredir cebren ve hile ile tutuluyorlar parmaklıklar ardında.
İnsanın aklına Damat Ferit Paşa hükümetinin icraatları geliyor ister istemez... İngilizlere yaranmak için 90000 sandık cephaneyi denize boşalttıran Damat Ferit Paşadan bahsediyorum... Sevr antlaşmasının imza altına alınması icraatından mesul olan bu zat da o dönemde kuvvacıları toplamayı kendine bir görev edinmemişmiydi !
Ayrıca Cumhuriyet de bir kişinin aklında bir fikirden öte birşey değilmiydi ? mütareke yıllarında ezilirken vatanın her köşesi. Başta bir Mustafa Kemal vardı yalnızca, o bir oldu iki, iki oldu beş, beş ten milyonlar doğdu. O güruh Cumhuriyetin 10. yılda 15 milyon genç oldu.
Halide Edip Adıvar hanımefendinin miting fotografları geliyor gözümün önüne, ingilizlerin çektiği fotografları görmüştüm. O mütareke yıllarında işgal altında, o mitinge katılmak ya jurnalcilere enselenmek ya da muhakkak ölüm demek, ama binlerce insan vardı o meydanda, yürekleri vatan sevgisiyle yanıp tutuşan,muhakkak heyecandan yüzleri kızarmış, titreyerek dinleyen, hep bir ağızdan ya istiklal ya ölüm diye haykıran insanlar.
Aradan 87 yıldan fazla zaman geçti nerdeyse 90 yıl...
Ama inan içimden bu milletin bir Halide Edip'e, bir Mustafa Kemal'e daha ihtiyacı olacak diye inanılmaz bir ürpeti var. Susamam kimse susmamalı...
Benim amacım; o 7 kişiyi en azından birkaç kişi daha arttırabilmek.belki o bir kaç kişi de susmaz birkaç kişi ile konuşur ve onlarıda susmamaya ikna eder, Kimbilir belki uyuyan ejderha uyanır. Ölü toprağını silkeler üzerinden, belki bir kelime yeter, belkide destanlar yazmak gerekir, bilmiyorum, ama ben elimden geleni yapacagım...
Sevgilerimle.
Bu arada arkadaşımın yazılarımı okumuş olmasından öyle mutu oldum ki :) Teşekkürler Elvan, Sezgin'e ve çocuklara selamlar.
Bende kendisine biraz cesaret vermek istedim, umarım okuyan her kese biraz cesaret biraz inanç desteği olur yazdıklarım.
Arkadaşım şakayla karışık "aman olum bak Ankaradasın, burunlarının dibinde alır götürürler seni" diye takılmış, peşinede "şaka bir yana gerçekten doğru şeyler yazıyorsun ama senin benimle olmaz herkesin bişiler yapması gerekio memleket gitti elden çok yazık " diyerek katkıda bulunmuş sağolsun.
Ve aslında doğruda söylemiş, günümüz Türkiyesinde; vatan, cumhuriyet, hukuk ve Türklük diyen sesi çıkabilen tüm aydınlarımız şimdi silivride değil mi ? Hem de hala haklarında net bir iddaneme ortaya konamadan, 2 yılı aşkın bir süredir cebren ve hile ile tutuluyorlar parmaklıklar ardında.
İnsanın aklına Damat Ferit Paşa hükümetinin icraatları geliyor ister istemez... İngilizlere yaranmak için 90000 sandık cephaneyi denize boşalttıran Damat Ferit Paşadan bahsediyorum... Sevr antlaşmasının imza altına alınması icraatından mesul olan bu zat da o dönemde kuvvacıları toplamayı kendine bir görev edinmemişmiydi !
Ayrıca Cumhuriyet de bir kişinin aklında bir fikirden öte birşey değilmiydi ? mütareke yıllarında ezilirken vatanın her köşesi. Başta bir Mustafa Kemal vardı yalnızca, o bir oldu iki, iki oldu beş, beş ten milyonlar doğdu. O güruh Cumhuriyetin 10. yılda 15 milyon genç oldu.
Halide Edip Adıvar hanımefendinin miting fotografları geliyor gözümün önüne, ingilizlerin çektiği fotografları görmüştüm. O mütareke yıllarında işgal altında, o mitinge katılmak ya jurnalcilere enselenmek ya da muhakkak ölüm demek, ama binlerce insan vardı o meydanda, yürekleri vatan sevgisiyle yanıp tutuşan,muhakkak heyecandan yüzleri kızarmış, titreyerek dinleyen, hep bir ağızdan ya istiklal ya ölüm diye haykıran insanlar.
Aradan 87 yıldan fazla zaman geçti nerdeyse 90 yıl...
Ama inan içimden bu milletin bir Halide Edip'e, bir Mustafa Kemal'e daha ihtiyacı olacak diye inanılmaz bir ürpeti var. Susamam kimse susmamalı...
Benim amacım; o 7 kişiyi en azından birkaç kişi daha arttırabilmek.belki o bir kaç kişi de susmaz birkaç kişi ile konuşur ve onlarıda susmamaya ikna eder, Kimbilir belki uyuyan ejderha uyanır. Ölü toprağını silkeler üzerinden, belki bir kelime yeter, belkide destanlar yazmak gerekir, bilmiyorum, ama ben elimden geleni yapacagım...
Sevgilerimle.
Bu arada arkadaşımın yazılarımı okumuş olmasından öyle mutu oldum ki :) Teşekkürler Elvan, Sezgin'e ve çocuklara selamlar.
30 Mayıs 2009 Cumartesi
Vatan ve Misak-ı Milliye
Vatan ne demektir ?
Türkçe sözlüğe bakarsak vatan : yurt.bir kimsenin doğup büyüdüğü yer, memleket, ya da
bir şeyin çok yetiştiği, çok bulunduğu yer. Olarak açıklanıyor.
Ya Türk Vatanı Olan Türkiyemiz ?
Türklerin çokça bulunduğu bir yer mi acaba ?
Aslını isterseniz, bugünlerde bazı kimseler, hele hele de kendini aydın zanneden bazı gafiller, Türk vatanı olan Türkiye'yi işte tam da böyle tanımlamayı uygun görmekteler. Her ne kadar bunu henüz açıkça söylemeye cesaret edemeseler de, artık imalarını fark etmemek biraz vatanına bağlı bir insan için pek mümkün olmamakta.
Kimi okuyucuların "yok canım daha neler, komplo teorileri bunlar" dediğini duyar gibiyim. Ama müsade edin gözlemlediklerimi sizlerle paylaşayım.
Son 10 yıldır, düzenli bir biçimde, Türklükten Türkiyeliliğe doğru bir yönlendirme kampanyasının hedefi haline geldik.
O kadar ki Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ile Milli Şef sıfatına haiz olan Reis - i Cumhurumuz (Özellikle eski tabirleri kullandım ki gerçek anlamları hatırlansın), millet perverliği (Milliyetçilik demeye artık dilim varmıyor bu teriminde cılkını çıkarttılar), Faşizanlık, gereksiz Yaygaracılık olarak tanımlayarak, Türk üst kimliği altında azınlıklarında kimliklerini tanımak gerektiği konusunda yoğun bir enformasyona tabi tutmaktalar biz Türkleri.
Bu durum okadar ayyuka varmış durumdaki gazete ve televizyon yayınlarında yer alan Kuvvay-ı Milliye ruhunu körükleyecek her yayın birşekilde geç saatlere atılmakta yada sessiz sedasız tamamen yayından kaldırılmaya çalışılarak bu milletin evlatlarının gözünden saklanmaya çalışılmakta.
Hatırlayın ! Kim sattı Türkiyenin harp halinde elinde tutması kesinlikle zorunlu olan Türk Telekomu Araplara, kim sattı Limanlarımızı Yunanlılar ve İngilizlere, kim çok yakında Makine Kimya Endüstrisini, (Ki ordumuzun tek bağımsız silah üreticisidir) kimbilir kime? satmak için hazırlık yapmakta ? ya da son günlerde Israrla hududumuzu mayından temizlemek adına, israillilere pazarlamış yada pazarlamaya çalışılmakta ve bunun karşısında sen ne yapıyorsun orası vatan diyenlere, siz "Faşizansınız" diyecek kadarda öz güven ve cesarete kapılmakta ?
Bu söylediklerimin yanlış yada yalan olduğunu düşünen kimseler lütfen haber arşivlerini biraz karıştırsın.
Sizi bilmem sayın okuyucularım ama ben artık birilerinin bandırma vapuruyla samsuna geçmesinin zamanının geldiğini ciddi ciddi düşünür oldum.
Özellikle son bir haftada kendine "Kürt" diyen yozlaşmış Türklerin, (Ki bence bunu diyen insan ihanet içerisindedir.) Şerefsiz Abdullah Öcalanın daha iyi koşullarda bulunmasını talep etmeleri ve devletin zirvesininde bunu olumlu karşılıyor hatta bu konuda iyileştirme yapmaya hazırlanıyor olması beni Milli mücadelenin farklı bir biçim de olsa da, yeniden başlaması gerektiğine ikna etmeye yetti.
1994 yılında şırnak ballı taburunda görev yaptığım sıralarda mücadele; isyana kalkışmış bir avuç hainin imhasına ve bölgede yeniden düzenin ve barışın sağlanmasına yönelik bir temelde yaklaşık 20 yıldır devam etmekteydi.
Oysa bugün bizleri yönetenler öylesine gaflet, hatta hatta delalet uykusuna gömülmüş ki 40.000 asker ve sivil insanımızın (Ki Bu rakam Çok daha Fazla Olmalı)katili olan birine nasıl rahatlık sağlarız noktasına gelmiş - getirilmiş durumdadırlar.
Dağda elinde silah askerimizi, insanımızı katleden teröriste "E oda insan, onları kazanmalıyız" diyerek af önermeye hazırlanmakta !
Ne için peki ? Durun ben size söyleyeyim AKP bir sonraki seçimlerde iktidar koltuğunun fena halde sallandığını gördü ve kürt kozuyla yeniden iktidar olarak kalma peşinde.
İşte Vatan bu durumda şu anda, bir tarafta Türklük Faşizmdir diyenler, diğer yanda biz fererasyon istiyoruz diye nara atanlar, beride aydın geçinen karanlık uşakları geride dünyanın kabadayısı ABD ve AB !!!
Gelde Olma Şimdi Bu vatanın Uğruna Feda !
Oysa Mithat Cemal Kuntay nede güzel tanımlamış Vatan olgusunu dizelerinde ;
Bayrakları Bayrak Yapan Üstündeki Kandır !
Toprak, Eğer Uğrunda Ölen Varsa Vatandır !
Ve bugün önce sevinçle okudum internhette Hürriyet Gazetesinin online haberini ancak ne olduysa birden bire ana sayfadaki haber linki aniden kaldırıldı ve haberin sayfasında bulunan fotograflar birden bire ortadan kayboldu. Oysaki yunan mezalimini tüm çıplaklığıyla ortaya koyan işgal yıllarını kare kare belgeleyen, Kurtuluş Savaşını Destanlaştıran isimlerin 200 adet ı fotografını barındıran bu haber karartıldı.
İşte sizlere anlatmak istediğim şeyin vücuda gelmiş şekli ne acı bir milletin kimliğini kaybetmesi için her güç çabalarken o milletin evlatlarının bunun karşısında seyirci kalması.
Uyan Ey Türk Milleti ! Sen Ki Yedi Cihana Yayılmış , Senki Dünyayı Koynunda Boğmuş, Senki Millet Olmayı En fazla Hak Etmiş Tek Milletsin.
Yapma Yazıktır Bu Cennet Vatana ! Uyan ve Özüne Dön Türklüğünü Unutma, Atanın Senin İçin Yaptılarını Hatırla Ve Evlatların İçin Bu Emaneti Aldığın Gibi Onlara Teslim Et.
Türkçe sözlüğe bakarsak vatan : yurt.bir kimsenin doğup büyüdüğü yer, memleket, ya da
bir şeyin çok yetiştiği, çok bulunduğu yer. Olarak açıklanıyor.
Ya Türk Vatanı Olan Türkiyemiz ?
Türklerin çokça bulunduğu bir yer mi acaba ?
Aslını isterseniz, bugünlerde bazı kimseler, hele hele de kendini aydın zanneden bazı gafiller, Türk vatanı olan Türkiye'yi işte tam da böyle tanımlamayı uygun görmekteler. Her ne kadar bunu henüz açıkça söylemeye cesaret edemeseler de, artık imalarını fark etmemek biraz vatanına bağlı bir insan için pek mümkün olmamakta.
Kimi okuyucuların "yok canım daha neler, komplo teorileri bunlar" dediğini duyar gibiyim. Ama müsade edin gözlemlediklerimi sizlerle paylaşayım.
Son 10 yıldır, düzenli bir biçimde, Türklükten Türkiyeliliğe doğru bir yönlendirme kampanyasının hedefi haline geldik.
O kadar ki Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ile Milli Şef sıfatına haiz olan Reis - i Cumhurumuz (Özellikle eski tabirleri kullandım ki gerçek anlamları hatırlansın), millet perverliği (Milliyetçilik demeye artık dilim varmıyor bu teriminde cılkını çıkarttılar), Faşizanlık, gereksiz Yaygaracılık olarak tanımlayarak, Türk üst kimliği altında azınlıklarında kimliklerini tanımak gerektiği konusunda yoğun bir enformasyona tabi tutmaktalar biz Türkleri.
Bu durum okadar ayyuka varmış durumdaki gazete ve televizyon yayınlarında yer alan Kuvvay-ı Milliye ruhunu körükleyecek her yayın birşekilde geç saatlere atılmakta yada sessiz sedasız tamamen yayından kaldırılmaya çalışılarak bu milletin evlatlarının gözünden saklanmaya çalışılmakta.
Hatırlayın ! Kim sattı Türkiyenin harp halinde elinde tutması kesinlikle zorunlu olan Türk Telekomu Araplara, kim sattı Limanlarımızı Yunanlılar ve İngilizlere, kim çok yakında Makine Kimya Endüstrisini, (Ki ordumuzun tek bağımsız silah üreticisidir) kimbilir kime? satmak için hazırlık yapmakta ? ya da son günlerde Israrla hududumuzu mayından temizlemek adına, israillilere pazarlamış yada pazarlamaya çalışılmakta ve bunun karşısında sen ne yapıyorsun orası vatan diyenlere, siz "Faşizansınız" diyecek kadarda öz güven ve cesarete kapılmakta ?
Bu söylediklerimin yanlış yada yalan olduğunu düşünen kimseler lütfen haber arşivlerini biraz karıştırsın.
Sizi bilmem sayın okuyucularım ama ben artık birilerinin bandırma vapuruyla samsuna geçmesinin zamanının geldiğini ciddi ciddi düşünür oldum.
Özellikle son bir haftada kendine "Kürt" diyen yozlaşmış Türklerin, (Ki bence bunu diyen insan ihanet içerisindedir.) Şerefsiz Abdullah Öcalanın daha iyi koşullarda bulunmasını talep etmeleri ve devletin zirvesininde bunu olumlu karşılıyor hatta bu konuda iyileştirme yapmaya hazırlanıyor olması beni Milli mücadelenin farklı bir biçim de olsa da, yeniden başlaması gerektiğine ikna etmeye yetti.
1994 yılında şırnak ballı taburunda görev yaptığım sıralarda mücadele; isyana kalkışmış bir avuç hainin imhasına ve bölgede yeniden düzenin ve barışın sağlanmasına yönelik bir temelde yaklaşık 20 yıldır devam etmekteydi.
Oysa bugün bizleri yönetenler öylesine gaflet, hatta hatta delalet uykusuna gömülmüş ki 40.000 asker ve sivil insanımızın (Ki Bu rakam Çok daha Fazla Olmalı)katili olan birine nasıl rahatlık sağlarız noktasına gelmiş - getirilmiş durumdadırlar.
Dağda elinde silah askerimizi, insanımızı katleden teröriste "E oda insan, onları kazanmalıyız" diyerek af önermeye hazırlanmakta !
Ne için peki ? Durun ben size söyleyeyim AKP bir sonraki seçimlerde iktidar koltuğunun fena halde sallandığını gördü ve kürt kozuyla yeniden iktidar olarak kalma peşinde.
İşte Vatan bu durumda şu anda, bir tarafta Türklük Faşizmdir diyenler, diğer yanda biz fererasyon istiyoruz diye nara atanlar, beride aydın geçinen karanlık uşakları geride dünyanın kabadayısı ABD ve AB !!!
Gelde Olma Şimdi Bu vatanın Uğruna Feda !
Oysa Mithat Cemal Kuntay nede güzel tanımlamış Vatan olgusunu dizelerinde ;
Bayrakları Bayrak Yapan Üstündeki Kandır !
Toprak, Eğer Uğrunda Ölen Varsa Vatandır !
Ve bugün önce sevinçle okudum internhette Hürriyet Gazetesinin online haberini ancak ne olduysa birden bire ana sayfadaki haber linki aniden kaldırıldı ve haberin sayfasında bulunan fotograflar birden bire ortadan kayboldu. Oysaki yunan mezalimini tüm çıplaklığıyla ortaya koyan işgal yıllarını kare kare belgeleyen, Kurtuluş Savaşını Destanlaştıran isimlerin 200 adet ı fotografını barındıran bu haber karartıldı.
İşte sizlere anlatmak istediğim şeyin vücuda gelmiş şekli ne acı bir milletin kimliğini kaybetmesi için her güç çabalarken o milletin evlatlarının bunun karşısında seyirci kalması.
Uyan Ey Türk Milleti ! Sen Ki Yedi Cihana Yayılmış , Senki Dünyayı Koynunda Boğmuş, Senki Millet Olmayı En fazla Hak Etmiş Tek Milletsin.
Yapma Yazıktır Bu Cennet Vatana ! Uyan ve Özüne Dön Türklüğünü Unutma, Atanın Senin İçin Yaptılarını Hatırla Ve Evlatların İçin Bu Emaneti Aldığın Gibi Onlara Teslim Et.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)