14 Şubat 2011 Pazartesi

Oda TV Özgürlüğün ve Demokrasinin Sesidir Susuturulamaz!

Bu gün Oda Tv basıldı ! Genel Yayın Yönetmeni Soner Yalçın Tutuklandı !

Atatürk dışında hiç bir cumhuriyet başbakanının yapmadığını yapacak cüreti kendisinde görüp Dolmabahçe sarayında ofis açan zihniyet, Abdülhamitçi bir mantıkla aydınlarımızı bir bir tutuklamasına seyirci kalmamızı istemektedir.

Her geçen gün yayın hayatına uygulanan baskılar artmakta, sansür ve hapis kılıcı aydınlarımızın başlarının üzerinde her geçen gün daha bir hıçla sallanmakta, yazarlarımız ve aydınlarımız susturulmaya çalışılmaktadır.

Ama bu millet Hasan Tahsinleri, Yakub Kadrileri,Yunus Nadi, Ağaoğlu Ahmet, Falih Rıfkı gibi yazarları yetiştirmeyi bildiyse, Mustafa Balbayları, Soner Yalçınları ve daha nicelerinide yetiştirecektir.

Bu cumhuriyeti kuran aydınlar yine bu cumhuriyeti koruyacak, gerekirse bu uğurda hapis yatacak, hatta gerekirse seve seve canlarını verecektir.

Artık mesele milli mücadele meselesidir. Bu gün Dolmabahçe sarayında ofis tutan zihniyet yarın kendini Topkapı Sarayında görmek arzusundadır. Bu artık vakadır !

Bu vak - a bize Gençliğe Hitabe'de tevdi edilen görevleri üstenmemizin zamanının geldiğinin bir göstergesidir.

Önce Cumhuriyet, Sonra ART, Ardından ODA TV ama ne baskınlar, ne silivri hiç bir Türk evladını susuturamaz. Susuturamayacak.

Susuturamaz çünkü iş bir kere o noktaya geldiğinde kaybedecek bir şey kalmamıştır, Bu vatanın uğruna feda olmaktan gayrı ! Ki oda onurdur şereftir.

Sizleri saygıyla destekliyorum Sayın Balbay ve Sayın Yalçın Rahat ve Müsterih Olunuz bizler sizin teslim ettiğiniz sancağı gururla taşımaya devam edeceğiz. Taki sizler ve demokrasimiz yeniden özgürlüğüne kavuşuncaya kadar !

3 Şubat 2011 Perşembe

Herkese Demokrasi, Bize Kelek !


Hepimizce malum olduğu gibi Mısırda bir halk devrimi devam etmektedir.


Son iki gündür yaşanan olaylar sırasında sayın başbakanımızın, amerikan başkanlarına özenip, dünya polisliğine soyunarak Hüsnü Mübarek'e yol gösterici söylemleri gündeme oturduğu sıralarda, söylediği bir sözün kendisinin demokrasi anlayışının bir göstergesi olduğunu ortaya koyduğunu düşünüyor olmalı.


Hatta kendisi Tunus ve Mısırda yaşanan olaylar hakkında bir grup toplantısında aynı düşüncesini vurgulamak için şunları söylemiş :


"Partisinin TBMM grup toplantısında konuşan Erdoğan, Tunus ve Mısır'daki gelişmelere değindi.


AK Parti'nin her zaman hak ve özgürlüklerden yana olduğunu ifade eden Erdoğan, sadece Türkiye'de değil, dünyanın neresinde olursa olsun hiçbir zulme sessiz kalmalarının mümkün olmadığını kaydetti. Bu konudaki görüşlerini sesli ya da özlü olarak mutlaka dile getirdiklerini, gerekli yerlerle gerekli ilgileri de zamanında kurduklarını anlatan Erdoğan, AK Parti'nin her zaman ileri demokrasiye taraf olduğunu, kurulduğu günden itibaren halkın tercihlerinin ve taleplerinin her şeyin üzerinde olduğuna inandığını, her zeminde en güçlü şekilde bunu savunduklarını söyledi."


Bu konuşmayı dinleyen biri bu konuşma sonrasında AKP ve başbakanımızın şu ilkelere sahip olduğunu düşünecektir :

  • Hak ve Özgürlüklerin Üstünlüğüne İnanır.
  • Ezilenlerin Yanında Olur
  • Demokrasinin Temel İlkelerine Saygılıdır.
  • İleri Demokrasi Hedefidir

Kendisinin konuşmasından alınan 2 cümlelik hitabında ortaya çıkan ilkeler bunlar. Ne güzel değil mi ? İlerici demokratik, hatta ileri demokratik, özgürlüklerin bekçisi ezilenin yanında bir başbakanımız ve hükumetimiz var.


Ama nedense bu ilkelere uyulduğunu bir türlü göremiyoruz.


Daha bugün DİSK, KESK, TMMOB, TTB’nin düzenlediği Torba Yasa Tasarısı Protesto girişimine daha hafta başında Ankara Valiliği tarafınca yapılan açıklamada bu eylemi “yasa dışı” ilan ederek, Meclis çevresinde herhangi bir eylemin yapılmasına izin verilmeyeceğini ve eylem yapılması konusunda ısrar edildiği takdirde emniyet kuvvetlerinin eylemcilere engel olacağını, yaşanan tüm olaylardan eylemi organize edenlerin sorumlu tutulacağını açıklayarak eylemi engellemeye çalıştı.


Eylemciler bugün saat 11:00 sularında kurtuluş parkına ulaşarak yürüyüşlerine başladılar. Başladılar ama ilerleyemediler. Polis; Ziya Gökalp caddesinde tüm sokağı ve çevre cadde ve sokakları tamamen kapatan barikatlarıyla önce 20.000 kişilik grubu durdurdu ve sonrasında tazyikli su ve biber gazıyla müdahaleye başladı.


Sonrasında gelişen olaylar artık protesto kapsamından çıktı ve orada olma mücadelesine dönüştü. Yoğun gaz ve -4 derecede soğukta maruz kalınan tazyikli su karşısında adım adım gerileyen protestocular, polis tarafından hem personel ile, hem de "Toma" tabir edilen toplumsal olaylara müdahale araçlarınında müdahalesiyle resmen alandan süpürülmüş ve dağıtılmışlardır.


Şimdi başbakanımızın grup konuşmasında sahip olduklarını vurguladığı demokrasi hatta ileri demokrasi anlayışına inanacak olursak bugün Ankara'da gerçekleştirilmeye çalışılan demokratik bir eylemi bastıranlar "Hüsnü Mübarek Rejimi" ve polisleri midir ?


Ezilenin yanında olan AKP neden ? Bu gün Kurtuluşta, Kızılay'da resmen ezilen, darp edilen sendika temsilcilerimizin yanında olmamıştır ?


Hak ve özgürlüklerin yanında olduğunu iddia eden başbakanımız neden emekçinin hak ve özgürlüklerini yok sayıyor ? Neden vatandaşını potansiyel suçlu, potansiyel terörist olarak görüyor ?


Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu milletin kanıyla canıyla kurduğu ve bugüne kadar koruduğu meclis neden millete kapatılıyor ?


Çünkü grup toplantılarında Arap halklarına teslim ettikleri demokratik hakları, kendi vatandaşlarına tanıyacak olurlarsa; sekiz yıldır ezilen yok sayılan bu halk sesini yükseltecek, AKP'nin ilkelerini unuttuğunu, tek amacının cebini doldurmaktan öteye geçmeyen bir yönetime sahip olduklarını, yürütme ve yasmadan sonra yargıyı da ele geçirmek üzere oldukları gerçeğini bunun farkında olmayanlara duyurabileceklerininin farkındalar.


Çünkü millet Türklüğünü sorgulayan, her vesile ile onu ayırıştıran, her yeni yasa ile ötekileştiren Neo Osmanlı mantığını reddediyor.


Çünkü millet yalnızca kendi yakın çevresine iş, ihale, fırsat ve imkan tanıyan AKP zihniyetinin halkı açlığa, işsizliğe, yoksulluğa ve biat kültürüne itmeye çalıştığını bunun AKP çıkarlarına hizmet ettiğini görebiliyor.


Çünkü millet kanıyla, canıyla kurduğu Cumhuriyetin, padişahlık sistemine doğru sürüklendiğinin farkına varabiliyor.


İşte bu nedenle başbakan ve partisi, Tunus ve Mısır halkına zulmedenlere demokrasi ve hatta ileri demokrasi dersi verirken kendi halkına zulmü reva görüyor.


İşte şimdi tam da bu gün Hüsnü Mübarek tüm dünya ya "Birileri bize demokrasi dersi vereceğine gidip o dersi kendisi alsın." demelidir.

29 Ocak 2011 Cumartesi

Senarist Amerikadan, Seyirci Amerika Ya !

Amerikanın büyük ortadoğu projesi çatır çatır çatırdıyor. Önce Tunus ardından Yemen şimdide Mısır.

İsraili koruma altına almayı amaçlayan ve ABD'nin bölge petrollerindeki hakimiyetini arttıracak büyük ortadoğu projesinin yerinde yeller estiriyor bu gün doğunun halkı. Afrikada başlayıp giderek ortadoğuya doğru sıçrayan halk ayaklanmaları Amerikan hükmünü yerlere vuruyor.

Kendi kaderini eline alan halklar Özgürlük ve demokratik haklar için mücadele ediyor.

Bu güne kadar kendini özgür dünyanın temsilcisi olarak gören ülkeler ise merak ve birazda korku içinde olanları sadece izleyebiliyor.

Tarihi günler yaşıyoruz, bu tarhin bir parçası olmak ve gelecekte oluşacak demografik yapılarda söz sahibi olabilmek için çok büyük bir fırsat bu. Ne yazık ki kendi ülkemizdede iç karışıklıklara gebe bir dönem var önümüzde. Seçimlerde cabası.

Ancak yeni hükümet haziran sonrasında ortadoğuda yeni kurulacak hükümetler ile temasa geçebilecek gibi görünüyor.

Meydana gelen halk devrimleri nelere gebedir bilinmez ama Türkiye'yi örnek aldığını zannettiğimiz bu ülkelerde, ekonomimizi güçlendirecek ikili ilişkiler kurmak her halükarda menfaatimize olacaktır.

Her ne kadar Amarikan develet başkanı Obama süreci yönetmeye yönelik grişimlerde bulunmaya çalışıyor olsada, özellikle Mısır da Hüsnü Mübareğin döneminin kapandığı açıkça görünebiliyor.

Yaklaşık 30 yıldır islam dünyasında büyük ağabey rolünü oynayan Mübareğin bu görevden çekilmesi ile doğacak boşluğu birilerinin doldurması gerekecek umarım bu boşluk Türk hükümetleri tarafından doldurulur.

28 Ocak 2011 Cuma

Benim Öğrencim, Onun Öğrencisi! İleri Demokrasi Devriminin Örneği...

Bu konuyu azdaha es geçecektim. Oysa dün akşam haberi gördüğümde yazmaya karar vermiştim.

Dün Erzurumda Açılışı Yapılan Dünya Üniversiteler Kış Olimpiyatlarında Muhteşem bir gövde gösterisi yapan başbakanımız, ertesi gün davet edilen öğrenci temsilcileri ile yapacağı toplantıyı düşünüyormuydu bilemem ama bu toplantıya davet edilmeyen üniversiteleri temsil eden öğrenci temsilcileri otobüslerle Erzurum yolundaydı.

Ama ileri demokrasi timsali kurumlarımız bir yerlerden basılan bir düğme ile demokrasinin tüm gereklerini kullanarak Gerçek Öğrenci temsilcilerini kanunların her türlü imkanlarını kullanarak durdurmuştur.

Gazetelerde, “Erzurum'a provokasyon” başlığıyla haber olan öğrenciler, “Başbakan'ın yaptığı toplantıda biz temsil edilmiyoruz, temsilcilerimizi göndermek için gidiyoruz” diyordu oysa.

Demokratik bir hakkın gereğini yapıyorlardı yani.

Ankara'dan çıktıklarından itibaren yedi kez durdurularak kimlik kontrolüne tabi tutulan Geç Sen temsilcileri, ilk olarak Ankara çıkışında durdurulduklarını burada iki buçuk saat boyunca, Genel Bilgi Taraması (GBT) sisteminde sorun olduğu gerekçesiyle bekletildiklerini ifade ettiler

Dün akşam izlediğim haberde “Bizim toplantıya gecikmemizi sağlamak için böyle komik ve keyfi bir yöntem seçmişler” diyen Genç Sen Temsilcisi Doğukan Ünlü, keyfi olarak durdurulmalarına tepki gösterdikleri için, kısmi gerginlikler yaşandığını aktardı.

Daha sonra Kırırkkale girişinde birkere daha durdurlan gurup bu defa da polisin otobüs firmasıyla öğrenciler arasındaki sözleşmeyi istemesi üzerine uzun süre beklemek zorunda kalan öğrencilerimiz, belgenin faks yoluyla iletilmesinin ardından polis, bu kez de belgedeki yazıların silik çıktığını öne sürerek ipe un sermiş. Öğrencilerin verdiği bilgiye göre, tekrar kimlik kontrolüne girmeyi reddeden üniversitelilere polis “Burası Kırıkkale” diye cevap vermiş.

Kırıkaleden sonra Sivas çıkışında da , “yol kapalı” denilerek engellenen grup bunun üzerine yolu trafiğe kapatarak serbest kalabilmişler.

Erzuruma doğal olarak zamanında yetişemeyen Genç Sen üyeleri Erzuruma giremeyince bugün bir basın açıklaması yaptılar Link'e tıklayarak bu basın açıklamasına ulaşabilirsiniz.

Bu haberi ilk gördüğümde kulaklarıma inanamadım. Demokratik bir devlet demokrasinin ve devletin gücünü kullanarak vatandaşlarının seyahat özgürlüğünü kısıtlıyordu.

Nedesem bilmiyorum ama artık bu uygulamalar her nekadar beni şaşırtsada şaşırtan uygulamanın kendisi değil, taktire şayan cesaret örneği oluşlarıdır.

İleri Demokrasi dönemine geçtik diyeceksiniz, Özgürlükçü demokrasinin gereklerini yapıyoruz diyeceksiniz, hatta bu uğurda meclisi, danıştayı, HSYK'yı ele geçireceksiniz sonrada büyük bir cesaretle milletin gözünün önünde "aha işte benim ileri demokrasi anlayışım bu" diyerek insanlarınızın seyahat özgürlüğünü kısıtlamak için kanunların açıklarından yararlanacak, hatta bunu devletin polisine yaptıracaksınız.

Daha neler arkadaş daha neler ?

Siz akp yandaşları, hala herşeyin yolunda olduğunu idda edecekmisiniz ?

Hala ileri demokrasiyi getiriyoruz diyebilecekmisiniz ?

Diyecekseniz yuh sizede  !


Bu ülkede her şey yapıldı polisler sokaklarda tekmeyle, jopla hamile kadının karnındaki bebeğini bile öldürdü hemde ceza bile almadılar. Ama ben hiç kimsenin benim seyahat özgürlüğümü kısıtlyabildiğini görmemiştim.Sayenizde bunu da gördüm çok şükür.

Bu olayda açıkça gösteriyorki AKP öncelikle kendi fikrinde olmayanlara tahammülsüzlüğünü şiddetle korumakta "benim gibi düşünmeyen benden değil" mantığıyla kanunun gücünü gayrı yasal hareketlerde bulunmak için hiç çekinmeden milletin gözü önünde kullanabilmekte ve yasaları istediği gibi eğip bükmektedir.

Bune cesaret efendiler ! Neyinize güveniyorsunuz Ordunun suskunluğunamı ? HSYK yamı ? bağımlı yargının temsilcilerine mi ? Kendinize mi ? Yoksa kendi ordunuza mı ?

Size Zeynel Abidin Bin Ali ve Hüsnü Mübarek örneğine bakmanızı öneririm polis devletlerinin sonunu size hatırlatacak, bilmiyorsanız öğretecek örneklerdir bunlar.

Ama siz ne bu örneklere aldırırsınız nede size oy veren körler bunları görürler. Nasıl görsünler Televizyonlar ve gazeteleriniz elinizdeyken ? Buna güveniyorsunuz aslında.

Düşünün sabahtan beri bu haberi bulabildiğim tek medya internet gazeteleri ki hala henüz onlar ellerine geçemedi.

Uyanın yurtdaşlarım, lütfen bunun artık ciddi bir tuzak olduğunun farkına varın, bırakın o partiyi, bu partiyi içinde bulunduğumuz rezilliği gerçekleri görün lütfen.

Sehven Yaşıyoruz, Sehven !

Son iki günün akılalmaz bombası "Sehven" tartışmaları gündeme damgasını vurdu !

Öncelikle bilmeyenler için ne anlama geldiğine bir bakalım şu "Sehven" kelimesinin. Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde şöyle açıklanmış.

sehven    Ar. sehven 
zf. (se'hven) esk. Yanlışlıkla.
 Güncel Türkçe Sözlük 

Evet yanlışlıkla !

2008 yılında gözaltına alınan Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin, polislere teslim edilen cep telefonuna, ''delil yükleme ve suç yaratma'' eylemi gerçekleştirilerek Emniyet Genel Müdürlüğü Tarafından Sehven bir işlem yapıldığı itiraf edildi.

Siz bir insanı bir suçla isnadedip, suçu karara bağlanmadığı halde kaçabilir şüphesi ile demir parmaklıkların ardına atacaksınız, orada 2,5 yıldır tutacaksınız, sonra bu insanı suçlamak için kullandığınız delilin sehven ortaya atıldığını söyleyeceksiniz. Üstelik bu sehven değişikliğide Emniyet Genel Müdürlüğü açıklayacak !
Ne güzel değilmi ? İşte Günümüz Türkiyesinin İleri Adalet Dönemi arkadaşlar.

Şimdi birileri çıkıp canım bu bir şeyi değiştirmez, Altı üstü hizbu tahrir örgütünün telefonları, bu şahıslarla gerçekleştirilen 139 görüşme yanlışlıkla telefona atılmış diyecektir.
Yahu bir adli delil, el konulduktan sonra bu adli delile sehven bir bilginin yüklenmesinin vahametinden bi habermisiniz siz ? 

Ne demek bu ! 

Birileri çıkacak sizi suçlayan bir delili alacak, sizin ve avukatlarınızın bilgisi dışında, sizin hayatınızı mahvedecek varolmayan, delil özelliği taşıyan bir takım bilgiyi sizin telefonunuza yükleyecek. Bu Suçtur arkadaşlar üstelik Maddi İftira Suçudur ve 5 yıldan 12 yıla kadar cezası olan bir suçtur !

Peki kim işlemiştir bu suçu, delili muhafaza etmekle yükümlü emniyet güçlerimiz. Doğal olarak mecburen "sanık" olan teğmenimizin avukatı 3 emniyet mensubu hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.

Vahameti bir yana, bu olay hepimize şunu göstermiştirki, çeşitli vesilerle suçlanan ve silivride tutulan yada hakkında vergi kaçırdığı idda edilip mallarına el konulan iş adamlarımızın, aydınlarımızın  ve askerlerimizin de haklarında benzeri işlemlerin yapılmış olabileceği gerçeği ile karşı karşıyayız.

Çünkü bu suçlamaların hepsinin bir ortak yönü vardırki, oda suç isnadı sonrası delillerin bir araya getirilerek iddanamelerin oluşturulmasıdır.

Bu dikta rejimlerinin tasfiye sürecini hatırlatmıyormu sizlerede !

Ve bu bir ilk de değildir bugün manşetlere düşen bir başka sehven olayı daha ortaya çıkmış, Şantaj ve askeri casusuluk soruşturmasının bir numaralı şüphelisi Emekli Albay İbrahim Sezer'in telefon görüşmelerinin dökümünde, rus ajanı ve kadın satıcısı olduğu öne sürülen Vika isimli bir bayanın adının eklendiği ortaya çıkmıştır.

Habertürk'ün haberine göre, teknik takibi  yapan polis tarafından soruşturmayı yürüten savcı Fikret Seçen’e gönderilen, görüşme dökümlerinin yer aldığı iletişim tespit tutanağında tutuklu sanık Albay Sezer’in 14 Temmuz 2010’da Saffet Kaplan ile yaptığı telefon görüşmesinde Rus ajanı ve kadın satıcısı olduğu iddia edilen gözaltına alındıktan sonra sınır dışı edilen Vika isimli kadının adının geçtiği ve Sezer'in "Vika’ya uğrayacağım" dediği bilgisine yer verildi. Ancak Sezer itirazda bulunarak kadını tanımadığını  ve görüşmenin tekrar dinlenmesiniistemesi üzerine. Telefon kaydının tekrar savcı Seçen huzurunda dinlenmesiyle Sezer’in Vika adıyla söz konusu cümleyi söylemediğini ortaya çıkaran bu durum ikinci sehven vakasınında ortaya çıkmasına sebep oldu.

Arkadaşlar; Ordumuzun değerli mensupları, AKP muhalifi olduğu hepimizce bilinen bir çok aydınımız, ve kimbilir daha hangi masumlar bu ve benzeri ithamlar ve yaratılan deliller ile 2005 yılından beri özgürlükleri ellerinden alınmış bir şekilde demir parmaklıklar arkasında tutulmaktadır. Bu iki olay göstermektedir ki gerek ordu mensupları nezdinde Türk Silahlı Kuvvetlerine, ve aydınlarımız nezdinde Türk Siyasi Hayatına açıkça müdahale edilmekte ve bir takım toplumca yüz kızartıcı tabir edilen ağır suçlamalarda bulunarak Türk İnsanının bu kurumlara olan güveni sarsılmaya çalışılmaktadır.
Bugün Ordu ve basın susuturulmuş, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Dağıtılmış, HSYK ele geçirilmiş. Yargının pek çok kademesinde hem personel hem yasal anlamda değişikliklere gidilmiş ve bugün geriye kalan son direnek noktası olan ANAYASA MAHKEMELERİ de torba yasa kapsamında kadrolaştırılarak aradan çıkartılmak üzeredir.

Bu durum Laik, Demokratik, Türkiye Cumhuriyeti'nin yargısının ve siyasal hayatının önümüzdeki Ana Yasa değişikliğinin gerçekleşmesine engel olamaması amaçlanarak yapılmaktadır. 
Seçimlerden sonra AKP kadrolarının, yine çoğunlukla iktidar haline gelmesi durumunda, artık aleni bir biçimde Tayyip Erdoğan diktatöryasının, bir daha yasal yada siyasal girişimlerle engellenemeyeceği gerçeği kabak gibi ortaya çıkmıştır.

Buna rağmen, halen Türk Vatandaşları derin bir gaflet uykusunda uyumaya devam etmektedir.

Lütfen silkinin ve uyanın ey milletim. Artık bu siyasi bir seçim sorunu olmaktan çıkmış Milli bir davadır.

27 Ocak 2011 Perşembe

Türk Silahlı Kuvvetleri Mahkeme Salonlarına Sığmaz !

Bu öyle bir savunma ki, bir milleti millet yapan asil ruh ve yüksek seciyenin vatanın evlatlarında beden bulmuş halinin tezahürüdür. Aynen yayınlamayı vatan borcu bilir, okuyan herkesin RT yapmasını özellikle istirham ederim.


İşte TÜRK evladı mehmetçiğin aziz komutanının, tarihi savunmasında yer alan ve her Türk evladının kemiklerinde, ruhunda hissetmesi gereken muhteşem karakterin sözlere dökülmüş hali. 


İbretle Okuyun !

Yayınlayan OdaTV 

Mehmet Ali Çelebi…
Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda Kara Pilot Teğmen.
Ergenekon Davası’nın 20 aydır tutuklu sanığı.
Şu an Hasdal Askeri Cezaevi’nde.
Teğmen Çelebi’nin Ergenekon Davası’nın duruşmasında yaptığı son savunmayı yorumsuz yayınlıyoruz. İşte tarihe geçecek o savunma…




“13.Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na

Sayın Başkan, Saygıdeğer Heyet;


Atatürk ten, yarattığı devrimlerden koparılmak istenen koşullarda yaşıyoruz, yaşatılıyoruz.
Mustafa Kemal düşüncesi en tehlikeli biçimde sorgulanıp zehirlenmektedir. İnsanlık tarihinde olağanüstü bir uygarlık devrimi gerçekleştirmiş kişiyi yıkmak isteyenlerin amacına hizmet edilmektedir.

Telefon tapelerimde; tarihi yaşayan, yaratan ve yazan ebedi önderimizin eseri TC Kuruluş Destanı, Nutuk, daha uygar bir geleceği güvenceye almak için Atanın Afet İnan’a yazdırdığı Medeni bilgiler, ülkemizin tapusu Lozan’ı konu edinen ve ülkenin birliğini amaç güden cümleler suç unsuru olarak görülerek kalın ve büyük puntolarla işaretlenmiştir.

Nutuk'u ancak, Mustafa Kemal’in ışığından ruhları kamaşan yarasalar,
Medeni bilgileri ancak medeniyet düşmanı ahlak tarantulalaları,
Lozan'ı ancak garip ihtirasların bulandırdığı karışık beyinler suç unsuru olarak görebilir.

BUNU YAPANLAR TÜRK MİLLETİNİN KUTSALLARINI,
ÜZERİNDEN DESTURSUZ GEÇİLEBİLECEK BİR KÖPRÜ MÜ SANDILAR???

Mustafa Kemal bu gibileri şöyle tarif ediyor:
AKLI EREN, MEMLEKETİNİ SEVEN, HAKİKATİ GÖREN KİMSELERDEN DÜŞMAN ÇIKMAZ. İÇİMİZDEN BÖYLELERİ ÇIKARSA ONLAR YA AKLI ERMEYEN CAHİLLER YA MEMLEKETİNİ SEVMEYEN KÖTÜLER YA DA HAKİKATİ GÖRMEYEN KÖRLERDİR!

Vatanın bütün ümit ve istiklalini bağladığı gençliğin neyi görmesini istemiyorlar. Orada terör yok. "Ya istiklal, ya ölüm var "
"TEMEL İLKE TÜRK ULUSUNUN HAYSİYETLİ VE ONURLU BİR ULUS OLARAK YAŞAMASIDIR. BU TEMEL ANCAK TAM BAĞIMSIZLIĞA SAHİP OLMAKLA ELDE EDİLEBİLİR. NE DENLİ ZENGİN VE GÖNENÇLİ OLURSA OLSUN, BAĞIMSIZLIKTARN YOKSUN BİR ULUS, UYGARLIK KARŞISINDA UŞAK OLMAK MEVKİİNDEN YÜKSEK BİR İŞLEME LAYIK OLAMAZ "

Orada terör yok. Türk Bağımsızlık Savaşı’nın hangi koşullar ve çetin güçlükler içinde kazanıldığı ve eseri gençliğe emaneti var. Gençliği en elverişsiz koşullarda dahi eyleme çağıran yüreklendirme kamçısı Gençliğe hitabe var.
O Gençliğe Hitabe ki onda uygarlık bağımsızlık ve özgürlük uğruna sonsuza dek sürecek uğraşların ve savaşların şu tükenmez buyruğu var.

"BUGÜN ULAŞTIĞIMIZ SONUÇ, YÜZYILLARDAN BERİ ÇEKİLEN ULUSAL YIKIMLARIN YARATTIĞI UYANIKLIĞIN VE BU SEVGİLİ YURDUN HER KÖŞESİNİ SULAYAN KANLARIN KARŞLIĞIDIR.BU NETİCEYİ TÜRK GENÇLİĞİNE EMANET EDİYORUM.
EY TÜRK GENÇLİĞİ,
BİRİNCİ VAZİFEN TÜRK İSTİKLALİNİ, TÜRK CUMHURİYETİNİ İLALEBET MUHAFAZA VE MÜDAFA ETMEKTİR, MEVCUDİYETİNİN VE İSTİKBALİNİN YEGANE TEMELİ BUDUR."


Nutuk’ta Darbe yok! Kültür devrimi, bağımsızlaşma, çağdaşlaşma, demokratikleşme var.

Sayın Başkan, Saygıdeğer Heyet,

Mustafa Kemal sevgimiz, çizgimiz bize zehir edilmeye çalışılıyor.
Çok net ifade ediyorum.
Bunları buraya suç unsuru olarak koyanların görevleri beni bununla suçlayıp hapis yatırmaksa, benim görevim hapis yatmaktır.
Onların görevi beni öldürmekse o zaman benim ki de bu uğurda ölmektir. Hem de gözümü bile kırpmadan.
Bu düşüncede olanlar sürgüne gönderiliyorsa, benim görevim umutsuzluğa kapılmadan yola çıkmaktır.
Nutuk, Medeni bilgiler, Lozan, Hasdal'da serbestse ben orada olacağım.
Vicdanımızı yastık yapar yatarız ama yastığımızın altına da Nutuk koyarız.

Mustafa Kemal’in asil devletinde bunları suç kabul eden herkese sesleniyorum:

Zincire vursanız ellerimi ve ayaklarımı tehdit edebilirsiniz.
Boynunu vurduracağım derseniz boynumu tehdit edersiniz.
Avukatını tutuklarım derseniz savunmamı tehdit edersiniz.
Hapiste çürüyeceksin derseniz tehdit ettiğiniz şu zavallı bedenimdir.
20 ay yattım 120 bin ay yatsam ne olur? Ömrüm zindanda bitse ne olur?
Adam olan yeminine sadık kalır. Ben askerlik yeminime sadık olarak bu dünyadan göçeceğim.
Beni, benliğimi, ruhumu hiçbir şekilde tehdit edemezsiniz.
Bunlardan biri için bile korkuya kapılacak olursam işte o zaman tehdit edilen gerçekten ben olurum.

Sayın Başkan, Saygıdeğer Heyet,

Vatanını, ulusunu sevmiş olmanın bedelini ödeyen insanların ne ilkiyiz ne de sonuncusu.
Ancak unutulmasın ki biz burada olduğumuz için Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyüklüğünden bir şey kaybetmez. Vatan sağ oldukça elbet bu mevkilere, makamlara gelip bu görevleri ifa edecek vatan evlatları bulunur.
Üç tane alırsınız, her sene Harbiye den bin tanesi mezun olur.
Türk Silahlı Kuvvetleri mahkeme salonlarına sığmaz!

Ben adı TÜRK olan milletin askeriyim.
Biz Türk askerleri karşımızda ölüm, elimiz vicdanımızda,
torunlarımızın yarın inceleyeceği tarihe ait mesuliyetler gözümüzün önünde,
yolumuzu Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti için yaşam nöbeti tutan sözleri ve direktifleri çerçevesinde çiziyoruz.
Herkes bilsin ki, bizler burada nöbetteyiz.
Mustafa Kemal Atatürk için her koşulda, her zamanda ve mekanda siper olacağız. O yükseklerdedir ama bacakları halen duyarlıdır. Yere değdirmese de bizim gibi şerefli Türk Subaylarının, şerefli Türk aydınlarının başlarına bas basa, omuzlarına basa basa ileri atacak adımlarını, yürüyecek! O bu topraklarda hiç kaybetmedi, yine kazanacak!

Sayın Başkan, Saygıdeğer Heyet,
Türk Milleti adına karar veren heyetinizden Nutuk'u suç sayan bu iddianameyi tarihin çöplüğüne atmanızı talep ediyorum.
Mehmet Ali Çelebi
Tutuklu Kr. Plt. Teğmen.”

Odatv.com

İnanan, Savunan, Mücadele Eden 68'liler, Militarist 70'liler

Bu gün, 68 kuşağından ağabeylerimin bulunduğu bir ortamda 72'li biri olarak, 68 - 70 kuşağının darbelere bakış açısının farklığı hakkında derin bir sohbet ortamının tartışmacısı olma fırsatı yakaladım. Çok keyifli ve bir o kadar eğitici bir sohbetti doğrusu. Kah sinirlendik,  kah üzüldük, ama ilginç bir sonuca ulaşan tartışmamız, 68 kuşağından arkadaşların belkide beni ilk defa anlayarak hak verdiği bir empati ortamıyla son buldu.

Tartışma darbe ve darbe yanlısı suçlamalarıyla başladı ve nedendir bilmiyorum bir anda tartışmanın etrafımda döndüğünü farkettim.

68 kuşağını temsil eden ağabeylerim, darbeyi ve askeri yönetimi yerden yere vururken bunu savunan tek kişi olmam nedeniyle bütün gözler bana döndü, bende bana konuşma fırsatı verirlerse neden böyle düşündüğümü onlara aktarabileceğimi, ve bana hak vereceklerini söyleyerek söze başladım;

Sizler, 68 kuşağı olarak, 12 Eylül 1980 öncesinde olanların canlı tanıkları, belkide mağdurlarısınız.

O yıllarda sağcısı, solcusu inandığınız fikirler uğruna mücadele verdiniz ve eminimki samimiydiniz, bu benim kuşağım tarafından gerçektende taktir gören bir özelliktir o dönemin insanlarına atfedilen.

Ama bizim gerçeğimiz sizlerden çok farklı arkadaşlar. Bakın bir de bizim gözümüzden görünen o yıllara...

Sizler sendikal haklar, sosyal demokrasi, vatan, milletin bekası ve korunması adına mücadeleye öylesine kaptırmış ve bu mücadelede öylesine yoldan çıkmıştınız ki, o yıllarda çocuk olan bizlerin ne yaşadığının ne farkındaydınız nede bunu düşünecek durumdaydınız.

Oysa bizlerin hatırladığı 12 Eylül öncesi dönem : Evimizin karşısındaki okulumuza gidemediğimiz, sokağımızda bir gün sağcı - polis, bir gün solcu - polis, öbür gün sağcı - solcu çatışmalarının olduğu ve daha o yıllarda 6 - 7 yaşlarında olan benim gibi insanların silahseslerinden ürküp günün yarısını evimizdeki yemek masalarının altında oyuncaklarımızla oynamaya çalışıp, annelerimizin bir "şey yok oğlum - kızım, amcalar tartışıyor geçecek" telkinleriyle yaşamaya çalıştığımızı hatırladığımız yıllardı.

Daha çocuktuk ve her akşam TRT televizyonunun akşam haberlerinde 49, 50 kişilik ölmüş insanların isimlerinin okunması kaldı akıllarımızda. Sonra Abdi İpekçi; hala unutmam o gün babamın nasıl üzüldüğünü, televizyonda gördüğüm sonradan Abdi bey'in arabası olduğunu öğrendiğim bir 131'in sokağın ortasında durur halini. Sonra bir iplik fabrikası hatırlıyorum iğlerin sökülüp gerçek bir savaş havasında insanların birbirine salladığı.

Körpecik beyinlerimizi meşgul eden şeyler yağ kuyruklarından bir an evvel oyuna koşturmak, okulda kullanacağımız dosya kağıdının gelip gelmeyeceğini merak etmek, annemizin bizi bakkala birşeyler almaya göndermeyeceğini ummaktan ibaretti. Umardık çünkü o kuyruklar ve beklemek bitmez gibiydi.

Dünya umurumuzda değildi belki, ama ne zaman ortalıkta topluca gezinen birilerini görsek yada patırtı kütürtü duysak irkildiğimiz, saklanmak için eve koşuşumuz gelir gözümün önüne hep.

Çocuktuk ve hayatımız, o çocukluğumuzu kabus haline getiren korkularımızla doluydu, üstelik bizim korkularımız öcü möcüde değildi hani, kanlı canlı eli silahlı insanlardan korkuyorduk. Sonra sokağı boydan boya geçen bez parçalarından, çünkü annemiz sıkı sıkı tembihlerdi "aman oğlum onlar pankart, onu görürüsen sakın yaklaşma" çünkü bombalı olabilirdi o bez parçaları.

Korkardık çünkü okulda bahçede oynamak bile tehlikeliydi, arkadaşlarımız ölmüştü. İlk okul bebesine bile merhamet göstermekten aciz canavarların silahlarından çıkan kurşunlardan.

Biz böyle korkularla dolu günlerde yaşadık çocukluğumuzu ve bir gün Ankara, Anıttepedeki evimizin önünden geçen tankların paletlerinin sesiyle uyandık. Yine korkmuştuk ama babam sevinçliydi asker amcalar yönetime elkoymuş ve artık akan kan duracaktı.Korkmamıza gerek kalmayacaktı.


İşte siz 68 kuşağının işkencelerle, tutuklamalarla, açıyla andığınız 12 Eylül 1980 sabahı benim neslim için bu demekti "Özgürlük".

Sıkı yönetim vardı, ama kimse bizim sokakta oynamamıza karışmazdı, asker amcalara selam verirdik sık sık.Onlarda haydi bakalım küçükler doğru eve der bizi tatlıca kovalarlardı. Askerde bu demekti bizim için.

Yağ kuyrukları bitmiş, bakkal evrende ne ararsak bulur olmuştuk. Kasabımız kaya amca tezgahını malla doldurmuştu, en güzeli de çizgili kağıt rahatça bulunabiliyordu artık.

Bakkala gitmek işkence değil keyif halini almış, şeker derdine 50 kuruşluk harçlıklarla bayram eder olmuştuk.

Ne işkencelerden haberimiz vardı, nede tutuklamalardan... Mutluyduk artık, asker amcalar korkularımıza son vermişti nasılsa !

Huzur içinde okulumuza gidebiliyor, egzoz patladığında sağa sola kaçışmıyorduk.Yeniden çocukluğumuzun hülyalarına dalmış büyüyüp gidiyorduk.

İşte 12 Eylül 1980 darbesinin  benim neslimin gözüyle görünümü.

Biz askeri ve orduyu sevdik, iyi ve sıcak olduklarını, bizi korumak için, devleti kuranların bizler için varolduğunu öğrendik. Sevdik, bağlandık ve bir parçası olduk ordunun.

Sonra 1989'da şemdinlide terörü tanıdık, kahpe ve kalleş yüzünü gördük gençliğimizin daha başlarında. Küçücük bebeklerin, annelerinin yanı başında kanlar içinde cansız bedenlerini gördük televizyon kanallarında, hırslandık lanetler okuduk.

Güney doğu bizler için bir vakaydı artık, askerlik çağına gelmiş 1990 lı yıllara adım atmıştık her gün gelen şehit haberleri, bitmek bilmeyen baskınlar bizim için vatan demekti, bayrak demekti, ordu demekti.

Milletimize sahip çıkmanın zamanı gelmişti işte; kuşandık silahımızı, giydik şerefli Türk askerinin üniformasını.

Vatanımız sağolsun, allah utandırmasın diyerek adım attık kışlalarımıza, savaşa hazırlandık eğitimlerimizle ve o gün geldiğinde bizde gittik gerçeğimiz olan güney doğuya, vatanın toprağını savunmaya.

Artık ordu bizdik!

Kimimiz kaldı vatan toprağında, kimimiz bir parçasını gömüp geldi anasının kucağına, kimimiz ise tek parça ama bir hayli eksik geldik sıcacık yuvamıza. Ama o orduyu içimizde kalbimizde taşıdık, ordu millettik biz. Buna inandık bu inançla yaşadık.

Sonra birileri çıkıp ordu bu milletin ilerlemesini, gelişmesini istemiyor demeye başladı. Zamanla darbeci olduk.

TSK; inandığımız ve vatanı koruduğunu düşündüğümüz tek kurum, sindirildi sessizleştirildi. Sonra 12 Eylül 1980 dendi, kara bir gün dendi, lanetlendi. Oysa bizim için "özgürlük" demekti, "kurtuluş korkulardan, huzur" demekti...

Bugün neye inanacağımızı şaşırdık artık. Bizim neslimiz 70 kuşağı kayıp bir nesil haline geldi. Siz 68 kuşağı kusuruma bakmayın, belki çok temiz ve iyi niyetlerle başlamıştınız mücadelenize ama yitip giden biz olduk.

İşte bu nedenle yadırgamayın benim ordumu sevmemi, saygı duymamı. Ben o ordunun sevgisiyle büyüdüm çünki...