Son günlerde sayın başbakanımız Liberal kesimdeki yazarlarımızı bile çileden çıkartmayı başardı doğrusu.
Liberal basının öncü temsilcisi Ahmet Altan ile başbakan arasında son 2 gündür yaşanan diyaoğu hepimiz takip etmekteyiz sanırım. Ahmet Altanın peşine Mehmet Altan ve Ahmet İnselde bu duelloya katkıda bulundular. Ki Mehmet Altan ve Ahmet İnsel'de başbakan ve AKP ile aralarına mesafe koymuş gibi görünüyorlar şuan.
Hatta dün bir tartışma programında yine liberal yazarlarımızdan ikisi artık AKP nin söylemlerine inanmadıklarıı bile dile getirir oldular.
Peki ne olduda liboşlarımız AKP yi bulunduğu noktaya getirme çabalarını birden bire sona erdirdiler ?
Ahmet Altana bakacak olursak AKP: "Sekiz yıldır, Kürt açılımı, Alevi yaklaşımı, Ergenekon ve ordu içindeki darbe girişimlerine karşı açık mücadele" faslını seçimler nedeniyle sümenaltı etmiş ve Generallerin maaşını açıklamak yerine, özgürlükleri arttırmak yerine MHP çizgisinde söylemler içerisine girmiştir.
Dünki tartışma programında da liberallerimizin aynı söylem çizgisinde oldukları gözlenebiliyordu.
Açıkça söylemeselerde "Aldatıldıklarını Düşünüyorlar" artık. Oysa biz kısmen mecliste olsakta temsil edilemeyen %58 lik kısım bunu sekiz yıldır bar bar bağırınıyoruz ama dinleyen kim.
AKP bugünki başarısını kabul etmek istesede istemsede medyada kendisine zemin hazırlayan, politik eylemlerini çok yüksek sesle destekleyen, baskı ve korku rejimine sahip çıkıp bunu körükleyen liberal kesime çok şey borçludur.
Ama çok şükür ki liberallerimiz, AKP nin toplumu ayrıştırmasına, korku imparatorluğunu yaratmasına, ve iktidara taşınmasına sınırsız destek veren liberallerimiz aldatılmakta olduklarının farkına varabildiler.
Eh kaybeden Türk insanı ve Türkiye olsada, zararın neresinden dönülse kardır. Umalımda aldatılma psikolojisi onların kendilerine gemesini sağlasın ve güya demokrasi adına oynanan oyunların ipliğini pazara çıkartabilsinler.
19 Ocak 2011 Çarşamba
Hayri Kozak Ali Samiyen - Arena Maliyeti Polemiğine Noktayı Koydu !
Merkez siyaset programında Galatasaraylı camianın Arena stadyumunun açılışında gerçekleşen olayı tartıştılar.
Oğuz Altay, Hayri Kozak , Aziz Üstel'ın katılımları ile gerçekleştirilen programda ilginç konular tartışıldı. Özellikle Sayın Hayri Kozak, çok ciddi açıklamalar yaparak sanal gündemde dolaşan Arena stadının bedelinin kim tarafından karşılandığı yönündeki polemiklere son verdi.
Hayri Bey açıklamasında : "Alisamiyen stadının üst kullanım hakkı Galatasaray'a aitti ve Galatasaray bu hakkını tokiye devretti" dedi.
Açıklamasının devamında Ali Samiyenin üst kullanım hakkının Galatasaray kulübüne ait olduğunu, bu nedenlede, Toki ile Galatasaray arasında yapılan takas anlaşması gereği, Ali Samiyen arazisi karşılığında,Toki nin Arena stadının yapılmasını üstlendiğini ,bu üst kullanım hakkınında dörtyüz küsür milyon TL olduğunu ifade ederek, "Alisamiyenin üst kullanım hakkının tokiye devri ve yine tokinin şartı olan Galatasaray'ın Arena stadının kullanım hakkını 49 yıllığına alması karşılığında inşaatın toki tarafından yapılacağı hususunda mutabık kalınarak bu anlaşma imzalanmıştır" dedi
Açıklamalarına devam eden Hayri Kozak ; "Ali Samiyen stadyumunun arazisinin toki ye devri sonrasında, toki bu araziyi 410 milyon TL karşılığında satmıştır" dedi.
"Başbakan açılışta yaşanan olay sonrası yaptığı konuşmasında stadyumun 310 milyon TL ye malolduğunu söylemiştir zaten, Toki Arena nın inşaatından zaten 100 Milon TL kadar bir gelir elde ettiği gibi, stadyumun inşaası sonrası artakalan 200 dönümlük bir arazide yine tokiye kalmış, hatta şimdi oraya hastahane inşaatı yapılmaktadır.
Bu durumda toki arazinin satışından 100 Milyon TL kadar bir kazanç elde ettiği gibi inşaatını yaptığı hastahaneninde gelirlerinden nemalanacaktır. Dolayısıyla Kim kime ne bağışlamıştır, yok böyle birşey" dedi.
Sayın Kozak, "Ayrıca Adnan Polat bu konuları çok iyi biliyor olması lazım neden bu konuda bir şey söylemedi" diye söyledi.
Sonrasında Galatasaray Kongre Üyesi, Murat Canaydın'da programa telefon ile bağlanarak bu gibi olaylar galatasaraya ve o geceye yakışmamıştır dedikten sonra, önemli bir konuyu alttan alta dile getirdi "Galatasaray zor dönemlerden geçiyor, galatasaray bu olaydan zarar görmemelidir. Siyaseten zarar görmemelidir" dedi.
Sanırım Adnan Polat'ın bu olay karşısında alttan almasının başbakanın zıttına gitmemesinin temelinde bu problem yatıyor olabilir.
Kimseyi itham etmek istemiyorum çünkü işin iç yüzü hakkında hiçbir bilgim bulunmamakta, ama Sayın Canaydın'ın bu söyleminden sonra kendilerinin ve Galatasaray camiasının başbakanımızın hışmına uğramasından çekinir gibi bir hal alttan alttan gözlemlenebilmekte.
Ama programa katılan konuşmacılar "Galatasaray camiasının 20 Milyonluk bir taraftar kitlesi bulunan bir takım büyük bir güçtür ve bu güçle uğraşmak her babayiğidin harcı değildir" görüşünde hem fikir olduklarıda ortadaydı.
Bir beşiktaşlı olarak ve bir vatandaş olarak, öncelikle kendi adıma ifade etmeliyim ki halkın protesto hakkının, bir zaman yada mekana kıstlı bir hale getirilemeyeceğini, halkın protestosunun hoşlarına gitsin gitmesin hakı olduğunu açıkça ifade etmeliyim.
Galatasaraylı camiayı tekrar cesur ve galatasaraya yakışır tutumundan dolayı tebrik ediyorum.
Oğuz Altay, Hayri Kozak , Aziz Üstel'ın katılımları ile gerçekleştirilen programda ilginç konular tartışıldı. Özellikle Sayın Hayri Kozak, çok ciddi açıklamalar yaparak sanal gündemde dolaşan Arena stadının bedelinin kim tarafından karşılandığı yönündeki polemiklere son verdi.
Hayri Bey açıklamasında : "Alisamiyen stadının üst kullanım hakkı Galatasaray'a aitti ve Galatasaray bu hakkını tokiye devretti" dedi.
Açıklamasının devamında Ali Samiyenin üst kullanım hakkının Galatasaray kulübüne ait olduğunu, bu nedenlede, Toki ile Galatasaray arasında yapılan takas anlaşması gereği, Ali Samiyen arazisi karşılığında,Toki nin Arena stadının yapılmasını üstlendiğini ,bu üst kullanım hakkınında dörtyüz küsür milyon TL olduğunu ifade ederek, "Alisamiyenin üst kullanım hakkının tokiye devri ve yine tokinin şartı olan Galatasaray'ın Arena stadının kullanım hakkını 49 yıllığına alması karşılığında inşaatın toki tarafından yapılacağı hususunda mutabık kalınarak bu anlaşma imzalanmıştır" dedi
Açıklamalarına devam eden Hayri Kozak ; "Ali Samiyen stadyumunun arazisinin toki ye devri sonrasında, toki bu araziyi 410 milyon TL karşılığında satmıştır" dedi.
"Başbakan açılışta yaşanan olay sonrası yaptığı konuşmasında stadyumun 310 milyon TL ye malolduğunu söylemiştir zaten, Toki Arena nın inşaatından zaten 100 Milon TL kadar bir gelir elde ettiği gibi, stadyumun inşaası sonrası artakalan 200 dönümlük bir arazide yine tokiye kalmış, hatta şimdi oraya hastahane inşaatı yapılmaktadır.
Bu durumda toki arazinin satışından 100 Milyon TL kadar bir kazanç elde ettiği gibi inşaatını yaptığı hastahaneninde gelirlerinden nemalanacaktır. Dolayısıyla Kim kime ne bağışlamıştır, yok böyle birşey" dedi.
Sayın Kozak, "Ayrıca Adnan Polat bu konuları çok iyi biliyor olması lazım neden bu konuda bir şey söylemedi" diye söyledi.
Sonrasında Galatasaray Kongre Üyesi, Murat Canaydın'da programa telefon ile bağlanarak bu gibi olaylar galatasaraya ve o geceye yakışmamıştır dedikten sonra, önemli bir konuyu alttan alta dile getirdi "Galatasaray zor dönemlerden geçiyor, galatasaray bu olaydan zarar görmemelidir. Siyaseten zarar görmemelidir" dedi.
Sanırım Adnan Polat'ın bu olay karşısında alttan almasının başbakanın zıttına gitmemesinin temelinde bu problem yatıyor olabilir.
Kimseyi itham etmek istemiyorum çünkü işin iç yüzü hakkında hiçbir bilgim bulunmamakta, ama Sayın Canaydın'ın bu söyleminden sonra kendilerinin ve Galatasaray camiasının başbakanımızın hışmına uğramasından çekinir gibi bir hal alttan alttan gözlemlenebilmekte.
Ama programa katılan konuşmacılar "Galatasaray camiasının 20 Milyonluk bir taraftar kitlesi bulunan bir takım büyük bir güçtür ve bu güçle uğraşmak her babayiğidin harcı değildir" görüşünde hem fikir olduklarıda ortadaydı.
Bir beşiktaşlı olarak ve bir vatandaş olarak, öncelikle kendi adıma ifade etmeliyim ki halkın protesto hakkının, bir zaman yada mekana kıstlı bir hale getirilemeyeceğini, halkın protestosunun hoşlarına gitsin gitmesin hakı olduğunu açıkça ifade etmeliyim.
Galatasaraylı camiayı tekrar cesur ve galatasaraya yakışır tutumundan dolayı tebrik ediyorum.
18 Ocak 2011 Salı
Açlık Sınırındaki Millet ve Karşısında Siyasal Ayırımlar.
Bir devlet düşünün ki, vatandaşının %58'i ile keskin çizgilerle ayırışsın. Devletin başbakanı, vatandaşını eline geçen her fırsatta,insanların tahammül sınırlarının ötesinde hakir görsün, aşağılasın, başından savsın.
Bir parti düşünün ki başbakanın dümen suyundan ayrılmasın, aynı hoş görüsüzlük ve anlayısızlık içerisinde, başbakanı uyarmak, ikaz etmek yerine, kraldan çok kralcılık içerisinde, aynı aymazlığı sürdürebilsin.
Ve bir millet düşünün ki, meclisinde %42 sinin temsil edilebildiği, bununda yalnızca %10'unun gerçekten ihtiyaç ve isteklerinin karşılanarak, toplumun eliti haline getirldiği. Ve bir %32'lik kesim düşünün kayıtsız şartsız, biyat etmek zorunda bırakılmasına rağman o yönetimi; açlığıyla, işsizliğiyle ve tüm umutsuzluğuyla deliler gibi alkışlayarak kör gözlerle peşinden gitsin.
Çok düşünmenize gerek yok aslında. O devlet Türkiye Cumhuriyeti, o parti AKP ve o başbakan R.T.Erdoğan haydi bunları anlıyorum da insanlara; ezilen sömürülen ama bunun farkına varamayan Türk milletinin kalan %32'lik kısmına nedemeli ? AKP yi ne olursa olsun desteklemek uğruna her geçen gün fakirleşen, mensubu olduğu partinin yardımlarına muhtaç olmuş, insanlık onuru pahasına her seçim döneminde AKP uğruna ölmeye bile hazır %32'lik kitle ?
İşte seçimlere doğru yürüdüğümüz şu günlerde, Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlarını oluşturan, hangi partiye oy verirse versin yaşama savaşında ya yenik düşmüş ya da yenik düşmemek için çırpınan ve toplumun %90'ını oluşturan sıradan insanların acınası durumu...
Bu millet ne badireler atlattı oysa ki, Cumhuriyet tarihi boyunca; içerde ve dışarda onu yıpratan 7 savaş, 15 Ekonomik kriz, 2 Askeri Darbe ve bir yığın siyasal krizler...
Bu millet tüm bu sıkıntılı dönemlerden başı dim-dik çıkmayı bilmiş, her sıkıntıdan sonra yeniden küllerinden doğarak, ekonomik anlamda gelişmesine devam edebilmiştir.
Ancak son yedi yıldır bu durum hızla değişmeye başlamış, Erdoğan Hükümeti ise kendisine bağlı kurumların göz boyayıcı araştırmaları, istatistiki sonuçları karşısında, kendisinden emin ve vatandaşından kopuk elit bir siyasal hayat sürmeye başlamıştır. Üstüne 2007 seçimlerinde aldığı seçim sonucunda da bu özgüven doruk noktasına ulaşmış, Anayasa refarendumu ile de yıkılmaz sandığı bir başarı hülyası içerisinde yitip gitmesine neden olmuştur.
Halbuki Ben bu zorlu siyasal dönemlerin kendi namıma 1978 - 2011 arasındaki zamanına şahit olmuş biri olarak, hayatımın hiç bir döneminde, 2005 - 2011 yılları arasında ki dönem kadar sıkıntı içerisnde olmamış, hiç bir dönemde bu dönem içinde çektiğim kadar iş sıkıntısı çekmemiştim.
Çevremde tanıdığım bildiğim herkesin evinde, bir yada iki aile ferdi ya işsiz ya da bulduğu iş, kendilerine ve ailelerine insanca yaşam koşulları sağlayamayacak seviyede gelir getirebilen bulduk çalışalım bari tarzında işler.
İnsanlarımız açlık sınırının altında bir gelirle yaşamaya çalşırken devletin bir kurumu olan Türkiye İstatistik Kurumu açlık sınırını 255 YTL olarak belirlemiş, iki önemli sendikamız; Türkiye Kamu Sen açlık sınırını 1012 YTL olarak duyururken, Memur Sen 820 YTL olarak duyurmuştur.
Bu üç kurumun ilan ettiği açlık sınırlarından hangisine inanmalıyız peki ?
Ben çekirdek bir ailenin Ankara şartlarında açlık sınırını hesapladığımda İki yetişkin ve bir bebekten oluşan ailenin açlık sınırının 1019.-TL olduğunu gördüm. Bu açlık sınırını hesaplarken satandart bir çekirdek Türk ailesinin yine en gerekli olan harcamalarını esas aldım ki onlarda Ankara şartlarında ;
Kira ................................................. 350.-TL,
Yol (Dolmuş, Otobüs ve Metro)....... 104.-TL, (1 Kişi Tek vesait gidiş ve dönüş 4.-TL)
Elektrik ............................................. 40.-TL,
Su ................................................... . 25.-TL,
Yakıt (Doğal Gaz) ........................... 150.-TL,
Gıda ................................................ 200.-TL,
0 - 4 Yaş Çocuğa Özel Harcamalar . 150.-TL olan olmazsa olmaz harcamalardı.
Tüm bu rakamların içinde insanca yaşamın gereği olan hiçbir harcamanın yeralmadığını,hesaplamada yeralan harcamaların yalnızca hayatta kalabilmenin ötesinde olmadığını sanırım herkes görebiliyordur.
O halde ya Tüik yalan söylüyor, yada biz uzayda yaşıyoruz !
Anadolunun hemen hemen her kentinde durum bundan farksız, hatta kimi illerimizde düşük nufusa rağmen, uzun zamandır düşen iş hacmi ve karlar nedeniyle kapanan işletmeler, fabrikalar, o düşük nüfusun büyük bir kesiminin işsiz kalmasına sebep olmuş durumda. Yani aile fertlerinden işgücünü oluşturan bu iki ikişiden biri genelde işsiz.
Hoş bir işi olanın kendni şanslı saymasına rağmen onlarında ancak karnını doyurabildiği, çocuklarına bir gelecek hazırlayabilmekten tamamen umudunu kestiğini görmemek imkansız. Neden mi bu ülkede asgari ücret Net 570,21 TL dir !
Haydi şimdi gelinde bu 570,21.-TL ile yukarıdaki harcamaları yapın. Üstüne para arttırıp insanca yaşamın gerekliliği olan iletişim hakkınızı, sofranıza bir kap daha fazla yemek koyabilmeyi, çocuğunuza okuması ve kendine daha iyi bir gelecek sağlaması için imkan yaratın.
Ki bu 1019.-TL açlık sınırıdır, yani bu 570.21.-TL resmi asgari ücret, yoksulluk sınırının kıyısından kenarından geçememektedir bile.
Ama devletimizin büyükleri kör olmaya, görmemeye, gördüğünü de inkar etmeye öylesine kaptırmışlar ki kendilerini, işsizlik denilen bu karabasanı ortadan kaldıracak uzun vadeli planları yapmak bir yana dursun, göz boyayacak kısa vadeli, seçmenin ağzına bir parmak bal çalmaktan öte gidemeyen politikalar üretmekten başka bir şey yapmamaktadır. Yapmadığı bir yana bu gidişatın sonuçlarını anlatmak isteyen her kese sert bir biçimde kulaklarını tıkamaktadırlar.
Eminim ki bu yazımı okuyan pek çok kimse bu şartlarda yaşamamaktadır. Ama arkadaşlar ya emrinizde, ya çalıştığınız iş yaptığınız yerlerde, insanlar işte tam da bu şartlarda yaşamaya çalışmaktadır. Bu insanları buna mahkum edenler siyasi elitlerdir. Hükümetlerdir.
Özellikle AKP hükümetine yaranmanın derdindeki TÜİK doğal olarak bu açlık sınırı rakamına bakarak Türkiyedeki yoksulluk oranını web sitesinde %18,08 olarak açıklamıştır.
Kişi başı GSMH Tüik verilerine göre (2006 yılı verileri mevcuttur) 5.477.-USD dir. Buda size komik gelmiştir sanırım. Ama durun geçtiğimiz yıl kişi başı milli gelirin 15.000 Usd dolaylarında gerçekleştiği açıklandığına göre, bu daha da şaşırmanıza sebep olmuş olmalı ?
Tüik açlık sınırını 255.-TL olarak belirlerken, bu kesimin gelirininde 15 bin dolar seviyelerinde olduğunu idda ediyor! Elbette ki bu 15 bin dolar birilerinin cebine gidiyor (doğru olduğunu farz etsekte, etmesekte bu aradaki fark gerçektende birilerinin cebine gidiyor) ama birileri ayda 255.-TL açlık sınırında yaşamak zorunda olan vatandaşın değil, dün sayın Karaalioğlunun tarif ettiğini sandığı, benimde yorumlarımda tarif ettiğim geceleri iksırana tıksırana kadar eğlenip, sabah tuşa basıp para kazanan siyasal elitin cebine gidiyor.
Tüm bunları özellkle olurda bir millet vekili tesadüfen okur yada bir AKP li okur da ititaz etmeye kalkar diye yazdım.
Kısaca halk açlıktan, işsizlikten, umutsuzluktan inim inim inlerken, birileri bu durumu dile getiren Türk Milletine çemkiriyor, hakaret ediyor ,aşşağılıyor.
Ne acıdır ki yine bu millet, aynı milletin %58'i siyasal fikir ayrılıkları yüzünden birleşemediği için, %32'lik kısım biat etmeye kendini adadığı için ve %10'luk AKP elitininde işine geldiği için bu ayyuka çıkan aymazlığa seyirci kalmak durumunda kalıyor.
Bir parti düşünün ki başbakanın dümen suyundan ayrılmasın, aynı hoş görüsüzlük ve anlayısızlık içerisinde, başbakanı uyarmak, ikaz etmek yerine, kraldan çok kralcılık içerisinde, aynı aymazlığı sürdürebilsin.
Ve bir millet düşünün ki, meclisinde %42 sinin temsil edilebildiği, bununda yalnızca %10'unun gerçekten ihtiyaç ve isteklerinin karşılanarak, toplumun eliti haline getirldiği. Ve bir %32'lik kesim düşünün kayıtsız şartsız, biyat etmek zorunda bırakılmasına rağman o yönetimi; açlığıyla, işsizliğiyle ve tüm umutsuzluğuyla deliler gibi alkışlayarak kör gözlerle peşinden gitsin.
Çok düşünmenize gerek yok aslında. O devlet Türkiye Cumhuriyeti, o parti AKP ve o başbakan R.T.Erdoğan haydi bunları anlıyorum da insanlara; ezilen sömürülen ama bunun farkına varamayan Türk milletinin kalan %32'lik kısmına nedemeli ? AKP yi ne olursa olsun desteklemek uğruna her geçen gün fakirleşen, mensubu olduğu partinin yardımlarına muhtaç olmuş, insanlık onuru pahasına her seçim döneminde AKP uğruna ölmeye bile hazır %32'lik kitle ?
İşte seçimlere doğru yürüdüğümüz şu günlerde, Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlarını oluşturan, hangi partiye oy verirse versin yaşama savaşında ya yenik düşmüş ya da yenik düşmemek için çırpınan ve toplumun %90'ını oluşturan sıradan insanların acınası durumu...
Bu millet ne badireler atlattı oysa ki, Cumhuriyet tarihi boyunca; içerde ve dışarda onu yıpratan 7 savaş, 15 Ekonomik kriz, 2 Askeri Darbe ve bir yığın siyasal krizler...
Bu millet tüm bu sıkıntılı dönemlerden başı dim-dik çıkmayı bilmiş, her sıkıntıdan sonra yeniden küllerinden doğarak, ekonomik anlamda gelişmesine devam edebilmiştir.
Ancak son yedi yıldır bu durum hızla değişmeye başlamış, Erdoğan Hükümeti ise kendisine bağlı kurumların göz boyayıcı araştırmaları, istatistiki sonuçları karşısında, kendisinden emin ve vatandaşından kopuk elit bir siyasal hayat sürmeye başlamıştır. Üstüne 2007 seçimlerinde aldığı seçim sonucunda da bu özgüven doruk noktasına ulaşmış, Anayasa refarendumu ile de yıkılmaz sandığı bir başarı hülyası içerisinde yitip gitmesine neden olmuştur.
Halbuki Ben bu zorlu siyasal dönemlerin kendi namıma 1978 - 2011 arasındaki zamanına şahit olmuş biri olarak, hayatımın hiç bir döneminde, 2005 - 2011 yılları arasında ki dönem kadar sıkıntı içerisnde olmamış, hiç bir dönemde bu dönem içinde çektiğim kadar iş sıkıntısı çekmemiştim.
Çevremde tanıdığım bildiğim herkesin evinde, bir yada iki aile ferdi ya işsiz ya da bulduğu iş, kendilerine ve ailelerine insanca yaşam koşulları sağlayamayacak seviyede gelir getirebilen bulduk çalışalım bari tarzında işler.
İnsanlarımız açlık sınırının altında bir gelirle yaşamaya çalşırken devletin bir kurumu olan Türkiye İstatistik Kurumu açlık sınırını 255 YTL olarak belirlemiş, iki önemli sendikamız; Türkiye Kamu Sen açlık sınırını 1012 YTL olarak duyururken, Memur Sen 820 YTL olarak duyurmuştur.
Bu üç kurumun ilan ettiği açlık sınırlarından hangisine inanmalıyız peki ?
Ben çekirdek bir ailenin Ankara şartlarında açlık sınırını hesapladığımda İki yetişkin ve bir bebekten oluşan ailenin açlık sınırının 1019.-TL olduğunu gördüm. Bu açlık sınırını hesaplarken satandart bir çekirdek Türk ailesinin yine en gerekli olan harcamalarını esas aldım ki onlarda Ankara şartlarında ;
Kira ................................................. 350.-TL,
Yol (Dolmuş, Otobüs ve Metro)....... 104.-TL, (1 Kişi Tek vesait gidiş ve dönüş 4.-TL)
Elektrik ............................................. 40.-TL,
Su ................................................... . 25.-TL,
Yakıt (Doğal Gaz) ........................... 150.-TL,
Gıda ................................................ 200.-TL,
0 - 4 Yaş Çocuğa Özel Harcamalar . 150.-TL olan olmazsa olmaz harcamalardı.
Tüm bu rakamların içinde insanca yaşamın gereği olan hiçbir harcamanın yeralmadığını,hesaplamada yeralan harcamaların yalnızca hayatta kalabilmenin ötesinde olmadığını sanırım herkes görebiliyordur.
O halde ya Tüik yalan söylüyor, yada biz uzayda yaşıyoruz !
Anadolunun hemen hemen her kentinde durum bundan farksız, hatta kimi illerimizde düşük nufusa rağmen, uzun zamandır düşen iş hacmi ve karlar nedeniyle kapanan işletmeler, fabrikalar, o düşük nüfusun büyük bir kesiminin işsiz kalmasına sebep olmuş durumda. Yani aile fertlerinden işgücünü oluşturan bu iki ikişiden biri genelde işsiz.
Hoş bir işi olanın kendni şanslı saymasına rağmen onlarında ancak karnını doyurabildiği, çocuklarına bir gelecek hazırlayabilmekten tamamen umudunu kestiğini görmemek imkansız. Neden mi bu ülkede asgari ücret Net 570,21 TL dir !
Haydi şimdi gelinde bu 570,21.-TL ile yukarıdaki harcamaları yapın. Üstüne para arttırıp insanca yaşamın gerekliliği olan iletişim hakkınızı, sofranıza bir kap daha fazla yemek koyabilmeyi, çocuğunuza okuması ve kendine daha iyi bir gelecek sağlaması için imkan yaratın.
Ki bu 1019.-TL açlık sınırıdır, yani bu 570.21.-TL resmi asgari ücret, yoksulluk sınırının kıyısından kenarından geçememektedir bile.
Ama devletimizin büyükleri kör olmaya, görmemeye, gördüğünü de inkar etmeye öylesine kaptırmışlar ki kendilerini, işsizlik denilen bu karabasanı ortadan kaldıracak uzun vadeli planları yapmak bir yana dursun, göz boyayacak kısa vadeli, seçmenin ağzına bir parmak bal çalmaktan öte gidemeyen politikalar üretmekten başka bir şey yapmamaktadır. Yapmadığı bir yana bu gidişatın sonuçlarını anlatmak isteyen her kese sert bir biçimde kulaklarını tıkamaktadırlar.
Eminim ki bu yazımı okuyan pek çok kimse bu şartlarda yaşamamaktadır. Ama arkadaşlar ya emrinizde, ya çalıştığınız iş yaptığınız yerlerde, insanlar işte tam da bu şartlarda yaşamaya çalışmaktadır. Bu insanları buna mahkum edenler siyasi elitlerdir. Hükümetlerdir.
Özellikle AKP hükümetine yaranmanın derdindeki TÜİK doğal olarak bu açlık sınırı rakamına bakarak Türkiyedeki yoksulluk oranını web sitesinde %18,08 olarak açıklamıştır.
Kişi başı GSMH Tüik verilerine göre (2006 yılı verileri mevcuttur) 5.477.-USD dir. Buda size komik gelmiştir sanırım. Ama durun geçtiğimiz yıl kişi başı milli gelirin 15.000 Usd dolaylarında gerçekleştiği açıklandığına göre, bu daha da şaşırmanıza sebep olmuş olmalı ?
Tüik açlık sınırını 255.-TL olarak belirlerken, bu kesimin gelirininde 15 bin dolar seviyelerinde olduğunu idda ediyor! Elbette ki bu 15 bin dolar birilerinin cebine gidiyor (doğru olduğunu farz etsekte, etmesekte bu aradaki fark gerçektende birilerinin cebine gidiyor) ama birileri ayda 255.-TL açlık sınırında yaşamak zorunda olan vatandaşın değil, dün sayın Karaalioğlunun tarif ettiğini sandığı, benimde yorumlarımda tarif ettiğim geceleri iksırana tıksırana kadar eğlenip, sabah tuşa basıp para kazanan siyasal elitin cebine gidiyor.
Tüm bunları özellkle olurda bir millet vekili tesadüfen okur yada bir AKP li okur da ititaz etmeye kalkar diye yazdım.
Kısaca halk açlıktan, işsizlikten, umutsuzluktan inim inim inlerken, birileri bu durumu dile getiren Türk Milletine çemkiriyor, hakaret ediyor ,aşşağılıyor.
Ne acıdır ki yine bu millet, aynı milletin %58'i siyasal fikir ayrılıkları yüzünden birleşemediği için, %32'lik kısım biat etmeye kendini adadığı için ve %10'luk AKP elitininde işine geldiği için bu ayyuka çıkan aymazlığa seyirci kalmak durumunda kalıyor.
"Ne Mutlu Türküm Diyene !" Bin Anlam Yüklediniz ! Okuyup Öğreniniz.
Türk; Babadan olmak, anadan doğmak demek değildir.
Anadoluya gönül vermek, içinde hissetmektir mücadelesini bu toprakların, Türk hissetmektir yani.
Boşnak, roman, rum, kıpçak, tatar, ermeni, kürt ne olursanız olun...
Hristiyan, yahudi, müslüman, budist, şaman, inançsız neye inanırsanız inanın...
Anadoluyu sevmektir...
Anadoluluğu bilmektir...
Bir bahar sabahı gelincik tarlasına bakarken hüzünlenebilmektir,
Bir köyden geçerken tezek kokusuyla mutlu olabilmektir.
Bahar melteminde kavak tohumunun peşinde koşabilmek,
Toroslarda çağlayan sularla coşabilmektir...
Türk hissedebilmektir yani...
Anadoluya gönül vermek, içinde hissetmektir mücadelesini bu toprakların, Türk hissetmektir yani.
Boşnak, roman, rum, kıpçak, tatar, ermeni, kürt ne olursanız olun...
Hristiyan, yahudi, müslüman, budist, şaman, inançsız neye inanırsanız inanın...
Anadoluyu sevmektir...
Anadoluluğu bilmektir...
Bir bahar sabahı gelincik tarlasına bakarken hüzünlenebilmektir,
Bir köyden geçerken tezek kokusuyla mutlu olabilmektir.
Bahar melteminde kavak tohumunun peşinde koşabilmek,
Toroslarda çağlayan sularla coşabilmektir...
Türk hissedebilmektir yani...
17 Ocak 2011 Pazartesi
Ağzından Köpükler Saçar Vaziyette, Millete Sövmek Adet Oldu Galiba.
Yazarlarımız durmadan millete saldırıp duruyorlar bir kaç gündür. Sebep ? Sebep son günlerde vatandaşın her fırsat bulduğunda sesini yükseltiyor olması ! Ki bu kervana bugün Mustafa Karaalioğlu da katılmış gibi görünüyor.
Star gazetesinde yayımladığı bu gün ki yazısında oda başbakanı destekleyenler kervanını katılmış, ama hemde ne katılma işte yazısı "Yaşam Tarzı Öylemi ?" ...
Sözlerine şöyle başlamış sayın Karaalioğlu :
"Kendilerini hararetli yaşam tarzı tartışmalarına kaptıranlar bu ülkede iktidarı, parayı, şöhreti, keyif almayı ve irili ufaklı her şeyin tayin edicisi olmayı kendilerine ait paylaşılmaz bir imtiyaz olarak görenlerin varlığını unutmasınlar.
Mahalle baskısı, içki, heykel, futbol, basketbol... Kampanyaların ambalajını açın, altından sınır tanımaz iktidar arzusu, bitmek tükenmek bilmeyen bir egemenlik tutkusu çıkar. Bir endişeleri var ama bu giderek azalan iktidar payları ve o payın hayat boyu mücadele ettikleri “millet”in eline geçmesidir. "
Sanırım AKP nin bir kısım sosyal demokrat kesimi toplumun eliti gibi gösterme politikasından sözediyor ilk cümlelerinde Karaalioğlu.
Öncelikle toplumumuzda son on yılda mali elit olarak adlandırabileceğiniz kesim bahsettiği yada bahsetmeye çalıştığı, topluma yön veren kesimin AKP kar odaklarının, sözde islamcıların ve liberallerin elinde olduğunun farkında değil sanırım Karaalioğlu.
"Kampanyaların ambalajını açın altından sınırtanımaz iktidar arzusu, bitmek bilmeyen bir egemenliktutkusu çıkar" demiş.
Demişte işaret ettiği yönün yanlış olduğunu nedense farketmemiş yada farketmek istememiş.
Bu gün her konuşmasıyla muhalefete, medyaya, aydın kesime ve halka yüklenen, bitmek tükenmek bilmeyen iktidar hırsını ve sınırsız egemenlik arzusunu her vesile ile dudaklarının arasından etrafa adeta püskürten bir başbakanımız varken, üstelik bu kişi şuan iktidarın ve mülkün sahibiyim diye feryat ederken, emel ve amellerinde bunu sonderece açık bir şekilde ortaya koyarken sayın Karaalioğlunun kimi eleştirmeye çalıştığını anlayabildiğimi söyleyemeceğim.
Peki kim bu bitmek bilmeyen iktidar hırsı sahipleri ? bakalım isterseniz Meclisimizde 1923 den buyana hangi hükümetler kurulmuş, kimler iktidar olmuş ne kadar süre olmuş da bu hırsı hala taşıyor !
I. İnönü Hükümeti (30.10.1923-06.03.1924) Hayatta Değil
II. İnönü Hükümeti (06.03.1924-22.11.1924) Hayatta Değil
Okyar Hükümeti (22.11.1924-03.03.1925) Hayatta Değil
III. İnönü Hükümeti (03.03.1925-01.11.1927) Hayatta Değil
IV. İnönü Hükümeti (01.11.1927-27.09.1930) Hayatta Değil
V. İnönü Hükümeti (27.09.1930-04.05.1931) Hayatta Değil
VI. İnönü Hükümeti (04.05.1931-01.03.1935) Hayatta Değil
VII. İnönü Hükümeti (01.03.1935-01.11.1937) Hayatta Değil
I. Bayar Hükümeti (01.11.1937-11.l1.1938) Hayatta Değil
II. Bayar Hükümeti (11.11.1938-25.01.1939) Hayatta Değil
I. Saydam Hükümeti (25.01.1939-03.04.1939) Hayatta Değil
II. Saydam Hükümeti (03.04.1939-09.07.1942) Hayatta Değil
I. Saraçoğlu Hükümeti (09.07.1942-09.03.1943) Hayatta Değil
II. Saraçoğlu Hükümeti (09.03.1943-07.08.1946) Hayatta Değil
Peker Hükümeti (07.08.1946-10.09.1947) Hayatta Değil
I. Saka Hükümeti (10.09.1947-10.06.1948) Hayatta Değil
II. Saka Hükümeti (10.06.1948-16.01.1949) Hayatta Değil
Günaltan Hükümeti (16.01.1949-22.05.1950) Hayatta Değil
I. Menderes Hükümeti (22.05.1950-09.03.1951) Hayatta Değil
II. Menderes Hükümeti (09.03.1951-17.05.1954) Hayatta Değil
III. Menderes Hükümeti (17.05.1954-09.12.1955) Hayatta Değil
IV. Menderes Hükümeti (09.12.1955-25.11.1957) Hayatta Değil
V. Menderes Hükümeti (25.11.1957-27.05.1960) Hayatta Değil
I. Gürsel Hükümeti (30.05.1960-05.01.1961) Hayatta Değil
II. Gürsel Hükümeti (05.01.1961-20.11.1961) Hayatta Değil
VIII. İnönü Hükümeti (20.11.1961-25.06.1962) Hayatta Değil
IX. İnönü Hükümeti (25.06.1962-25.12.1963) Hayatta Değil
X. İnönü Hükümeti (25.12.1963-20.02.1965) Hayatta Değil
Ürgüplü Hükümeti (20.02.1965-07.10.1965) Hayatta Değil
I. Demirel Hükümeti (27.10.1965-03.11.1969) Siyaseti Bıraktı
II. Demirel Hükümeti (03.11.1969-06.03.1970) Siyaseti Bıraktı
III. Demirel Hükümeti (06.03.1970-26.03.1971) Siyaseti Bıraktı
I. Erim Hükümeti (26.03.1971-11.12.1971) Hayatta Değil
II. Erim Hükümeti (11.12.1971-22.05.1972) Hayatta Değil
Melen Hükümeti (22.05.1972-15.04.1973) Hayatta Değil
Talu Hükümeti (15.04.1973-26.01.1974) Hayatta Değil
I. Ecevit Hükümeti (26.01.1974-17.11.1974) Hayatta Değil
Irmak Hükümeti (17.11.1974-31.03.1975) Hayatta Değil
IV. Demirel Hükümeti (3l.03.1975-21.06.1977) Siyaseti Bıraktı
II. Ecevit Hükümeti (21.06.1977-21.07.1977) Hayatta Değil
V. Demirel Hükümeti (21.07.1977-05.01.1978) Siyaseti Bıraktı
III. Ecevit Hükümeti (05.01.1978-12.11.1979) Siyaseti Bıraktı
VI. Demirel Hükümeti (12.11.1979-12.09.1980) Siyaseti Bıraktı
Ulusu Hükümeti (20.09.1980-13.12.1983) Siyaseti Bıraktı
I. Özal Hükümeti (13.12.1983-21.12.1987) Hayatta Değil
II. Özal Hükümeti (21.12.1987-09.11.1989) Hayatta Değil
Akbulut Hükümeti (09.11.1989-23.06.1991) Siyaseti Bıraktı
I. Yılmaz Hükümeti (23.06.1991-20.11.1991) Siyaseti Bıraktı
VII. Demirel Hükümeti (21.11.1991-25.06.1993) Siyaseti Bıraktı
I. Çiller Hükümeti (25.06.1993-05.10.1995) Siyaseti Bıraktı
II. Çiller Hükümeti (05.10.1995-30.10.1995) Siyaseti Bıraktı
III. Çiller Hükümeti (30.10.1995-06.03.1996) Siyaseti Bıraktı
II. Yılmaz Hükümeti (06.03.1996-28.06.1996) Siyaseti Bıraktı
Erbakan Hükümeti (28.06.1996-30.06.1997) Siyasi Hayatta
III. Yılmaz Hükümeti (30.06.1997-11.01.1999) Siyaseti Bıraktı
V. Ecevit Hükümeti (11.01.1999-18.04.1999) Hayatta Değil
VI. Ecevit Hükümeti (18.04.1999-03.11.2002) Hayatta Değil
Abdullah Gül Hükümeti (18.11.2002-14.03.2003) Cumhurbaşkanı
I. R.Tayyip Erdoğan Hükümeti (14.03.2003-29.08.2007) İktidar
II. R.Tayyip Erdoğan Hükümeti (29.08.2007- ) İktidar
Bu listeyi üşenmeyip neden yazdın diyenler olabilir. Açık ve net bir biçimde iktidar hırsıyla yanıp tutuşan ve bu emele ulaşabilen, Türk siyasi hayatına damgasını vurmuş insanların kimler olduğunu ve şu anda bu siyasi hayatta hala iddaları olup olmadığını gösterebilmek amacıyla yaptım bunu.
Eh sanırım sizinde farkettiğiniz üzere eski başbakanlarımız, parti başkanlarımızdan pek te hayatta kalan olmamış kalanıda siyaset sahnesinden çekilmiş gibi görünüyor !
Peki kim bu bitmek tükenmek bilmeyen bir egemenlik tutkusu ve iktidar hırsı taşıyan camia ? Sayın Kemal Kılıçtaroğlu'mu, Sayın Devlet Bahçeli'mi, Sayın Necmettin Erbakan'mı, Sayın Numan Kurtuluş'mu, yoksa Sayın Yalçın Topçu'mu ? Ya da bu genel başkanların temsil ettiği kitlelermi ?
Yoksa Laik kesim olarak tabir edilen kitlemi ?
Ortada açık bir hedef olmadığından ben önceki gün Arena stadında başbakanı protesto eden kitle olduğunu tahmin etmek zorunda kalacağım şu durumda.
Tabi sayın Karaalioğlu bu protestoyu yapanların örgütlü hareket ettiği varsayımı ile bu söylem içerisinde olduğundan, bu hareketin her zamanki gibi arkasında birilerini arama ihtiyacı duyduğundan, işaret ettiği kesim laik kesim olsa gerek.
Eh şu durumda kendisine hatırlatmalıyım ki 1982 Anayasasının 2. Maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir." der. Bu tanım bütün bir milletin ilkesini tarif etmektedir. Katılabilir yada katılmaya bilirsiniz, hatta istediğiniz gibi yorumlaya bilirsiniz.
Ama Atatürk İlke ve İnkilaplarını yaşam tarzı edinmiş bir kesimi, iktidar hırsi ile yanıp tutuşan kesim olarak ifade edip "Kendilerini hararetli yaşam tarzı tartışmalarına kaptıranlar bu ülkede iktidarı, parayı, şöhreti, keyif almayı ve irili ufaklı her şeyin tayin edicisi olmayı kendilerine ait paylaşılmaz bir imtiyaz olarak görenlerin varlığını unutmasınlar." diyerek itham ettiğiniz anda size çıkar, "hoop arkadaş orada dur" der bu milletin kurucusunun izinde yürüyenler.
Ve günümüzde AKP kadrolarının, bitmez tükenmez koltuk sevdalarının, ülkenin kaynaklarını yalnızca ekonomik bir eleman olarak gördüğü, bu kaynakları yalnızca kendilerinin haklı ve doğru olduğunu idda ederek hoyratça sömürdüğü, tüm uyarı ve ikazlara rağmen canının istediği gibi sömürmeye devam ettiği, bu sömürününde yalnızca toplumun bir kesimine iktidar, para, şöhret, keyif alma ve irili ufaklı her şeyin tayin edicisi olma fırsatını tanıdığı gerçeğini sayın Karaalioğlu görmezden gelmektedir.
Bugün her önüne gelen akarsuyun önüne inşa edilen hes'ler, neredeyse tüm kamu kuruluşlarında AKP ye yakın olduğu bilinen iş adamlarının aldığı ihaleler, yabancı yerli ayrımı yapılmaksızın özelleştirme adı altında, neye hizmet ettiği bile bilinmeyen konsorsiyumlara satılan kurumlar, her geçen gün bilinçli bir şekilde açlığa mahkum edilen halk, bir de üstüne bu durumu biraz yüksek sesle dile getiren herkese vurulan yafta ve maruz kalınan pervasız azarlar, nedense bir türlü görülmek istenmemektedir.
Ve sayın Karaalioğlu "Bir endişeleri var ama bu giderek azalan iktidar payları ve o payın hayat boyu mücadele ettikleri “millet”in eline geçmesidir." dediğiniz anda size şu cevabı verebilirim ki laik, demokratik ve milliyetçi Türk vatandaşlarının taşıdığı yegane kaygı, Muhafazakar Demokrat sözü ile ortaya çıkan AKP nin kendi görüşü dışında hiç bir fikrin, hiç bir inanç ve hiç bir oluşumun bu ülkede varolmasına izin vermeyeceği günlerin göz göre göre geliyor olmasıdır.
Devam etmiş sayın Karaalioğlu:
"Ama gerçek olan ve Türkiye’nin yüzleşmesi gereken bir büyük problem ve problemli bir zihin yapısı vardır. O zihniyet Cumartesi gecesi Türk Telekom Arena Stadı’nda Başbakan’ı protesto ederek kendisini göstermiştir. Dünya Basketbol Şampiyonası’nda hem Başbakan’ı hem de Cumhurbaşkanı’nı; aslında kendilerine benzemeyen herkesi protesto ederken de gösteriyordu.
Akşam o konserlerde, maçlarda gönüllerince eğlenip sabah masa başına geçerek Türkiye’nin kavuştuğu ekonomik istikrarı bir tuşa dokunup paraya çevirenlerdir. Tuzu kuru, bencil, şımarık, saygısız bir güruh..."
Aklım duracak nerdeyse eğlenip eğlenip, sabah bir tuşla para kazanan güruhmu ? Allahaşkına protestoyu yapan halkın; sabah uyandığında bir tuşla benzinin 4 lira olduğunu, bu sene yine eline ayda 550 Tl net para geçeceğini görüp kış ayında gene aç gene buz gibi bir evde oturmak zorunda kalacağını, bir tuşla oy verilip yine ev sahibinin kendisini evden çıkarmak için yeni bahaneler uydurabileceğini, yine ne zaman işsiz kalacağını düşünmekten başka ne geliyor elinden.
Bugünün iş dünyasına geniş bir açıdan bakmalarını tavsiye ederim kendisine.
Organize sanayi bölgelerinde iş yapıp para kazanabilen kitle hangi kitle ? İş yapamamaktan, durmadan zarar etmekten işçisinin karnını doyurmayı geçtim %46 vergi yüküyle kendi karnını doyurabilmekten aciz hale getirilmiş olan hangi kitle.
Söyletmeyin beni, Millet ya AKP'li olup zenginleşmekte, yada AKP li olmayıp sürüm sürüm sürünmekte.
Sayın Karaalioğlu, ya çıkın sokağa, iş merkezlerini, iş adamlarını objektif bir gözle irdeleyip yazı yazın. Yada işsizlikten, açlıktan inim inim inleyen kesimi şımarıklıkla suçlayacağınıza, pervasızca ve şımarıkça toplumun kalan %53,48'ini ezen anlayışa karşı çıkın.
"Yaşam tarzlarına itiraz edildiğini iddia edenler; pervasız bir şekilde kendilerine benzemeyenlerin, Tayyip Erdoğan’ın, AK Parti’nin, dindarın, muhafazakarın bizatihi yaşam hakkına itiraz ediyorlar." Demiş kendileri.
Laik kesim televizyonlarda grup toplantılarında, Mitinglerde vs araçlarla halkın karşısına geçip "Sekiz yıldır hangi özgürlüğü kısıtladık. Sekiz yıldır kimin yaşam tarzına müdahale ettik. Kimin giyimine kuşamına müdahale ettik. Ne kadar viski, bira tüketiyosun dedik mi. Iksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorlar. Sekiz yıldır biz yaşam tarzlarına yönelik neyi yasakladık? Mahalle baskısı diyorlar. Hükümete, bakanlara atılan iftiralar bugüne kadar hangi partiye bu boyutta yapıldı?" diyoruz ?
Evet doğru başbakan çıkıpta ey ahali bundan sonra mini etek giymeyeceksiniz, bundan sonra sigara içmeyeceksiniz, bundan sonra içki içenin canına okuruz dememiştir.
Ama pekala bu kesimi hedef göstermiştir, pekala bu hedefi görev edinerek bu baskıyı anadolunun kentlerinde kasabalarında bilfiil uygulanmasını sağlayan gurupların hareketlerine dur denmemiştir.
Zaman zaman CHP kadroları bir takım belgelerle çıkıp, yolsuzluk dosyalarının takip edilmediğini bu dosyaların neden sümen altı edildiğini soruyor olması yanlışmı Sayın Karaalioğlu. Eh tabi yanlış geliyorki durmadan saldırılıyor her türlü bilgi ve belge ile otaya çıkan herkese.
Her şeyi bir kenara koyun ve şu soruya cevap verin, Bir belediye başkanının maaşı 6.754.TL iken, ve başbakan maaşı 9.433.-TL iken Başbakan'ın oğlu Ahmet Burak Erdoğan'ın, Mecit Mert Çetinkaya ile 2007'de kurduğu MB Denizcilik adlı şirket, kuruluşundan 18 gün sonra yük gemisi satın alabiliyor ?
Bu idda değil gerçekse ki öyle, birileri neden adam gibi ve dürüstçe bir hesap kitap ortaya koyamıyor?
Peki ya;
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın oğlu Erkan Yıldırım ve kardeşinin şirketi, TDİ'ye ait Ankara feribotunu ihalesiz olarak kiralanması nasıl gerçekleşebiliyor nerde kaldı KİK ?
Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin çocukları İsmail ve Mustafa Talha Pepe'nin ortak olduğu şirket 9 milyon YTL teşvikle gemi satın alabiliyor ?
Ama vatandaş 27 binliralık girişimci desteğini almak için harcamayı önce kendisi yapması karşılığında ancak %60 ını iade alması nasıl bir adalet anlayışı ? Üstelik kredi çekmek isterse o şirkete kredi tutarı kadar teminat gösteremezse ne kredi alabiliyor, ne de bu ekonomik düzende AKP taraftarı değilse iş yapıp para kazanabiliyor.
Bunlardamı safsata ve hikaye ?
AKP ve kadroları, destekçileri her vesile ile milletin sizi desteklemeyen %53,48'lık kesimini suçlayacak, sınırlamaya çalışacak, susuturmaya çalışacaksınız, sonra bu kesim susumayıncada suçlayacaksınız.
Komik oluyorsunuz artık. ne bu millet oynanan oyunları göremeyecek kadar aptal, nede AKP nin susuturma, yıldırma hatta korkutma politikalarına pabuç bırakacak kadar ödlek. Bu nedenlede, bu kesim AKP ve sizin her vesile ile yerdiğiniz, hazmedemediğiniz protestolarla, aydınlarının, başbakanın her vesile ile yerden yere vurduğu patronlarına bunları işten çıkartın diye feryat ettiği köşe yazılarıyla, demokratik olmak suratiyle her vesile ve platformda sesini duyurmaya bu aymazlığa sömürüye dur demeye devam edecektir.
Kaynaklar :
Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi
Kütüphane Dökümantasyon ve Tercüme müdürlüğü Sayfası http://goo.gl/kuf5P
Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi - 1982 Ana Yasası http://goo.gl/AIHmx
Hürriyetport.com 14.01.2011 tarihli "Erdoğan: Tıksırıncaya kadar içiyorlar kime karışmışız? Merkel Türklerden özür dilemeli!" başlıklı haberi http://goo.gl/10LqG
Star gazetesinde yayımladığı bu gün ki yazısında oda başbakanı destekleyenler kervanını katılmış, ama hemde ne katılma işte yazısı "Yaşam Tarzı Öylemi ?" ...
Sözlerine şöyle başlamış sayın Karaalioğlu :
"Kendilerini hararetli yaşam tarzı tartışmalarına kaptıranlar bu ülkede iktidarı, parayı, şöhreti, keyif almayı ve irili ufaklı her şeyin tayin edicisi olmayı kendilerine ait paylaşılmaz bir imtiyaz olarak görenlerin varlığını unutmasınlar.
Mahalle baskısı, içki, heykel, futbol, basketbol... Kampanyaların ambalajını açın, altından sınır tanımaz iktidar arzusu, bitmek tükenmek bilmeyen bir egemenlik tutkusu çıkar. Bir endişeleri var ama bu giderek azalan iktidar payları ve o payın hayat boyu mücadele ettikleri “millet”in eline geçmesidir. "
Sanırım AKP nin bir kısım sosyal demokrat kesimi toplumun eliti gibi gösterme politikasından sözediyor ilk cümlelerinde Karaalioğlu.
Öncelikle toplumumuzda son on yılda mali elit olarak adlandırabileceğiniz kesim bahsettiği yada bahsetmeye çalıştığı, topluma yön veren kesimin AKP kar odaklarının, sözde islamcıların ve liberallerin elinde olduğunun farkında değil sanırım Karaalioğlu.
"Kampanyaların ambalajını açın altından sınırtanımaz iktidar arzusu, bitmek bilmeyen bir egemenliktutkusu çıkar" demiş.
Demişte işaret ettiği yönün yanlış olduğunu nedense farketmemiş yada farketmek istememiş.
Bu gün her konuşmasıyla muhalefete, medyaya, aydın kesime ve halka yüklenen, bitmek tükenmek bilmeyen iktidar hırsını ve sınırsız egemenlik arzusunu her vesile ile dudaklarının arasından etrafa adeta püskürten bir başbakanımız varken, üstelik bu kişi şuan iktidarın ve mülkün sahibiyim diye feryat ederken, emel ve amellerinde bunu sonderece açık bir şekilde ortaya koyarken sayın Karaalioğlunun kimi eleştirmeye çalıştığını anlayabildiğimi söyleyemeceğim.
Peki kim bu bitmek bilmeyen iktidar hırsı sahipleri ? bakalım isterseniz Meclisimizde 1923 den buyana hangi hükümetler kurulmuş, kimler iktidar olmuş ne kadar süre olmuş da bu hırsı hala taşıyor !
I. İnönü Hükümeti (30.10.1923-06.03.1924) Hayatta Değil
II. İnönü Hükümeti (06.03.1924-22.11.1924) Hayatta Değil
Okyar Hükümeti (22.11.1924-03.03.1925) Hayatta Değil
III. İnönü Hükümeti (03.03.1925-01.11.1927) Hayatta Değil
IV. İnönü Hükümeti (01.11.1927-27.09.1930) Hayatta Değil
V. İnönü Hükümeti (27.09.1930-04.05.1931) Hayatta Değil
VI. İnönü Hükümeti (04.05.1931-01.03.1935) Hayatta Değil
VII. İnönü Hükümeti (01.03.1935-01.11.1937) Hayatta Değil
I. Bayar Hükümeti (01.11.1937-11.l1.1938) Hayatta Değil
II. Bayar Hükümeti (11.11.1938-25.01.1939) Hayatta Değil
I. Saydam Hükümeti (25.01.1939-03.04.1939) Hayatta Değil
II. Saydam Hükümeti (03.04.1939-09.07.1942) Hayatta Değil
I. Saraçoğlu Hükümeti (09.07.1942-09.03.1943) Hayatta Değil
II. Saraçoğlu Hükümeti (09.03.1943-07.08.1946) Hayatta Değil
Peker Hükümeti (07.08.1946-10.09.1947) Hayatta Değil
I. Saka Hükümeti (10.09.1947-10.06.1948) Hayatta Değil
II. Saka Hükümeti (10.06.1948-16.01.1949) Hayatta Değil
Günaltan Hükümeti (16.01.1949-22.05.1950) Hayatta Değil
I. Menderes Hükümeti (22.05.1950-09.03.1951) Hayatta Değil
II. Menderes Hükümeti (09.03.1951-17.05.1954) Hayatta Değil
III. Menderes Hükümeti (17.05.1954-09.12.1955) Hayatta Değil
IV. Menderes Hükümeti (09.12.1955-25.11.1957) Hayatta Değil
V. Menderes Hükümeti (25.11.1957-27.05.1960) Hayatta Değil
I. Gürsel Hükümeti (30.05.1960-05.01.1961) Hayatta Değil
II. Gürsel Hükümeti (05.01.1961-20.11.1961) Hayatta Değil
VIII. İnönü Hükümeti (20.11.1961-25.06.1962) Hayatta Değil
IX. İnönü Hükümeti (25.06.1962-25.12.1963) Hayatta Değil
X. İnönü Hükümeti (25.12.1963-20.02.1965) Hayatta Değil
Ürgüplü Hükümeti (20.02.1965-07.10.1965) Hayatta Değil
I. Demirel Hükümeti (27.10.1965-03.11.1969) Siyaseti Bıraktı
II. Demirel Hükümeti (03.11.1969-06.03.1970) Siyaseti Bıraktı
III. Demirel Hükümeti (06.03.1970-26.03.1971) Siyaseti Bıraktı
I. Erim Hükümeti (26.03.1971-11.12.1971) Hayatta Değil
II. Erim Hükümeti (11.12.1971-22.05.1972) Hayatta Değil
Melen Hükümeti (22.05.1972-15.04.1973) Hayatta Değil
Talu Hükümeti (15.04.1973-26.01.1974) Hayatta Değil
I. Ecevit Hükümeti (26.01.1974-17.11.1974) Hayatta Değil
Irmak Hükümeti (17.11.1974-31.03.1975) Hayatta Değil
IV. Demirel Hükümeti (3l.03.1975-21.06.1977) Siyaseti Bıraktı
II. Ecevit Hükümeti (21.06.1977-21.07.1977) Hayatta Değil
V. Demirel Hükümeti (21.07.1977-05.01.1978) Siyaseti Bıraktı
III. Ecevit Hükümeti (05.01.1978-12.11.1979) Siyaseti Bıraktı
VI. Demirel Hükümeti (12.11.1979-12.09.1980) Siyaseti Bıraktı
Ulusu Hükümeti (20.09.1980-13.12.1983) Siyaseti Bıraktı
I. Özal Hükümeti (13.12.1983-21.12.1987) Hayatta Değil
II. Özal Hükümeti (21.12.1987-09.11.1989) Hayatta Değil
Akbulut Hükümeti (09.11.1989-23.06.1991) Siyaseti Bıraktı
I. Yılmaz Hükümeti (23.06.1991-20.11.1991) Siyaseti Bıraktı
VII. Demirel Hükümeti (21.11.1991-25.06.1993) Siyaseti Bıraktı
I. Çiller Hükümeti (25.06.1993-05.10.1995) Siyaseti Bıraktı
II. Çiller Hükümeti (05.10.1995-30.10.1995) Siyaseti Bıraktı
III. Çiller Hükümeti (30.10.1995-06.03.1996) Siyaseti Bıraktı
II. Yılmaz Hükümeti (06.03.1996-28.06.1996) Siyaseti Bıraktı
Erbakan Hükümeti (28.06.1996-30.06.1997) Siyasi Hayatta
III. Yılmaz Hükümeti (30.06.1997-11.01.1999) Siyaseti Bıraktı
V. Ecevit Hükümeti (11.01.1999-18.04.1999) Hayatta Değil
VI. Ecevit Hükümeti (18.04.1999-03.11.2002) Hayatta Değil
Abdullah Gül Hükümeti (18.11.2002-14.03.2003) Cumhurbaşkanı
I. R.Tayyip Erdoğan Hükümeti (14.03.2003-29.08.2007) İktidar
II. R.Tayyip Erdoğan Hükümeti (29.08.2007- ) İktidar
Bu listeyi üşenmeyip neden yazdın diyenler olabilir. Açık ve net bir biçimde iktidar hırsıyla yanıp tutuşan ve bu emele ulaşabilen, Türk siyasi hayatına damgasını vurmuş insanların kimler olduğunu ve şu anda bu siyasi hayatta hala iddaları olup olmadığını gösterebilmek amacıyla yaptım bunu.
Eh sanırım sizinde farkettiğiniz üzere eski başbakanlarımız, parti başkanlarımızdan pek te hayatta kalan olmamış kalanıda siyaset sahnesinden çekilmiş gibi görünüyor !
Peki kim bu bitmek tükenmek bilmeyen bir egemenlik tutkusu ve iktidar hırsı taşıyan camia ? Sayın Kemal Kılıçtaroğlu'mu, Sayın Devlet Bahçeli'mi, Sayın Necmettin Erbakan'mı, Sayın Numan Kurtuluş'mu, yoksa Sayın Yalçın Topçu'mu ? Ya da bu genel başkanların temsil ettiği kitlelermi ?
Yoksa Laik kesim olarak tabir edilen kitlemi ?
Ortada açık bir hedef olmadığından ben önceki gün Arena stadında başbakanı protesto eden kitle olduğunu tahmin etmek zorunda kalacağım şu durumda.
Tabi sayın Karaalioğlu bu protestoyu yapanların örgütlü hareket ettiği varsayımı ile bu söylem içerisinde olduğundan, bu hareketin her zamanki gibi arkasında birilerini arama ihtiyacı duyduğundan, işaret ettiği kesim laik kesim olsa gerek.
Eh şu durumda kendisine hatırlatmalıyım ki 1982 Anayasasının 2. Maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir." der. Bu tanım bütün bir milletin ilkesini tarif etmektedir. Katılabilir yada katılmaya bilirsiniz, hatta istediğiniz gibi yorumlaya bilirsiniz.
Ama Atatürk İlke ve İnkilaplarını yaşam tarzı edinmiş bir kesimi, iktidar hırsi ile yanıp tutuşan kesim olarak ifade edip "Kendilerini hararetli yaşam tarzı tartışmalarına kaptıranlar bu ülkede iktidarı, parayı, şöhreti, keyif almayı ve irili ufaklı her şeyin tayin edicisi olmayı kendilerine ait paylaşılmaz bir imtiyaz olarak görenlerin varlığını unutmasınlar." diyerek itham ettiğiniz anda size çıkar, "hoop arkadaş orada dur" der bu milletin kurucusunun izinde yürüyenler.
Ve günümüzde AKP kadrolarının, bitmez tükenmez koltuk sevdalarının, ülkenin kaynaklarını yalnızca ekonomik bir eleman olarak gördüğü, bu kaynakları yalnızca kendilerinin haklı ve doğru olduğunu idda ederek hoyratça sömürdüğü, tüm uyarı ve ikazlara rağmen canının istediği gibi sömürmeye devam ettiği, bu sömürününde yalnızca toplumun bir kesimine iktidar, para, şöhret, keyif alma ve irili ufaklı her şeyin tayin edicisi olma fırsatını tanıdığı gerçeğini sayın Karaalioğlu görmezden gelmektedir.
Bugün her önüne gelen akarsuyun önüne inşa edilen hes'ler, neredeyse tüm kamu kuruluşlarında AKP ye yakın olduğu bilinen iş adamlarının aldığı ihaleler, yabancı yerli ayrımı yapılmaksızın özelleştirme adı altında, neye hizmet ettiği bile bilinmeyen konsorsiyumlara satılan kurumlar, her geçen gün bilinçli bir şekilde açlığa mahkum edilen halk, bir de üstüne bu durumu biraz yüksek sesle dile getiren herkese vurulan yafta ve maruz kalınan pervasız azarlar, nedense bir türlü görülmek istenmemektedir.
Ve sayın Karaalioğlu "Bir endişeleri var ama bu giderek azalan iktidar payları ve o payın hayat boyu mücadele ettikleri “millet”in eline geçmesidir." dediğiniz anda size şu cevabı verebilirim ki laik, demokratik ve milliyetçi Türk vatandaşlarının taşıdığı yegane kaygı, Muhafazakar Demokrat sözü ile ortaya çıkan AKP nin kendi görüşü dışında hiç bir fikrin, hiç bir inanç ve hiç bir oluşumun bu ülkede varolmasına izin vermeyeceği günlerin göz göre göre geliyor olmasıdır.
Devam etmiş sayın Karaalioğlu:
"Ama gerçek olan ve Türkiye’nin yüzleşmesi gereken bir büyük problem ve problemli bir zihin yapısı vardır. O zihniyet Cumartesi gecesi Türk Telekom Arena Stadı’nda Başbakan’ı protesto ederek kendisini göstermiştir. Dünya Basketbol Şampiyonası’nda hem Başbakan’ı hem de Cumhurbaşkanı’nı; aslında kendilerine benzemeyen herkesi protesto ederken de gösteriyordu.
Akşam o konserlerde, maçlarda gönüllerince eğlenip sabah masa başına geçerek Türkiye’nin kavuştuğu ekonomik istikrarı bir tuşa dokunup paraya çevirenlerdir. Tuzu kuru, bencil, şımarık, saygısız bir güruh..."
Aklım duracak nerdeyse eğlenip eğlenip, sabah bir tuşla para kazanan güruhmu ? Allahaşkına protestoyu yapan halkın; sabah uyandığında bir tuşla benzinin 4 lira olduğunu, bu sene yine eline ayda 550 Tl net para geçeceğini görüp kış ayında gene aç gene buz gibi bir evde oturmak zorunda kalacağını, bir tuşla oy verilip yine ev sahibinin kendisini evden çıkarmak için yeni bahaneler uydurabileceğini, yine ne zaman işsiz kalacağını düşünmekten başka ne geliyor elinden.
Bugünün iş dünyasına geniş bir açıdan bakmalarını tavsiye ederim kendisine.
Organize sanayi bölgelerinde iş yapıp para kazanabilen kitle hangi kitle ? İş yapamamaktan, durmadan zarar etmekten işçisinin karnını doyurmayı geçtim %46 vergi yüküyle kendi karnını doyurabilmekten aciz hale getirilmiş olan hangi kitle.
Söyletmeyin beni, Millet ya AKP'li olup zenginleşmekte, yada AKP li olmayıp sürüm sürüm sürünmekte.
Sayın Karaalioğlu, ya çıkın sokağa, iş merkezlerini, iş adamlarını objektif bir gözle irdeleyip yazı yazın. Yada işsizlikten, açlıktan inim inim inleyen kesimi şımarıklıkla suçlayacağınıza, pervasızca ve şımarıkça toplumun kalan %53,48'ini ezen anlayışa karşı çıkın.
"Yaşam tarzlarına itiraz edildiğini iddia edenler; pervasız bir şekilde kendilerine benzemeyenlerin, Tayyip Erdoğan’ın, AK Parti’nin, dindarın, muhafazakarın bizatihi yaşam hakkına itiraz ediyorlar." Demiş kendileri.
Laik kesim televizyonlarda grup toplantılarında, Mitinglerde vs araçlarla halkın karşısına geçip "Sekiz yıldır hangi özgürlüğü kısıtladık. Sekiz yıldır kimin yaşam tarzına müdahale ettik. Kimin giyimine kuşamına müdahale ettik. Ne kadar viski, bira tüketiyosun dedik mi. Iksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorlar. Sekiz yıldır biz yaşam tarzlarına yönelik neyi yasakladık? Mahalle baskısı diyorlar. Hükümete, bakanlara atılan iftiralar bugüne kadar hangi partiye bu boyutta yapıldı?" diyoruz ?
Evet doğru başbakan çıkıpta ey ahali bundan sonra mini etek giymeyeceksiniz, bundan sonra sigara içmeyeceksiniz, bundan sonra içki içenin canına okuruz dememiştir.
Ama pekala bu kesimi hedef göstermiştir, pekala bu hedefi görev edinerek bu baskıyı anadolunun kentlerinde kasabalarında bilfiil uygulanmasını sağlayan gurupların hareketlerine dur denmemiştir.
Zaman zaman CHP kadroları bir takım belgelerle çıkıp, yolsuzluk dosyalarının takip edilmediğini bu dosyaların neden sümen altı edildiğini soruyor olması yanlışmı Sayın Karaalioğlu. Eh tabi yanlış geliyorki durmadan saldırılıyor her türlü bilgi ve belge ile otaya çıkan herkese.
Her şeyi bir kenara koyun ve şu soruya cevap verin, Bir belediye başkanının maaşı 6.754.TL iken, ve başbakan maaşı 9.433.-TL iken Başbakan'ın oğlu Ahmet Burak Erdoğan'ın, Mecit Mert Çetinkaya ile 2007'de kurduğu MB Denizcilik adlı şirket, kuruluşundan 18 gün sonra yük gemisi satın alabiliyor ?
Bu idda değil gerçekse ki öyle, birileri neden adam gibi ve dürüstçe bir hesap kitap ortaya koyamıyor?
Peki ya;
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın oğlu Erkan Yıldırım ve kardeşinin şirketi, TDİ'ye ait Ankara feribotunu ihalesiz olarak kiralanması nasıl gerçekleşebiliyor nerde kaldı KİK ?
Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin çocukları İsmail ve Mustafa Talha Pepe'nin ortak olduğu şirket 9 milyon YTL teşvikle gemi satın alabiliyor ?
Ama vatandaş 27 binliralık girişimci desteğini almak için harcamayı önce kendisi yapması karşılığında ancak %60 ını iade alması nasıl bir adalet anlayışı ? Üstelik kredi çekmek isterse o şirkete kredi tutarı kadar teminat gösteremezse ne kredi alabiliyor, ne de bu ekonomik düzende AKP taraftarı değilse iş yapıp para kazanabiliyor.
Bunlardamı safsata ve hikaye ?
AKP ve kadroları, destekçileri her vesile ile milletin sizi desteklemeyen %53,48'lık kesimini suçlayacak, sınırlamaya çalışacak, susuturmaya çalışacaksınız, sonra bu kesim susumayıncada suçlayacaksınız.
Komik oluyorsunuz artık. ne bu millet oynanan oyunları göremeyecek kadar aptal, nede AKP nin susuturma, yıldırma hatta korkutma politikalarına pabuç bırakacak kadar ödlek. Bu nedenlede, bu kesim AKP ve sizin her vesile ile yerdiğiniz, hazmedemediğiniz protestolarla, aydınlarının, başbakanın her vesile ile yerden yere vurduğu patronlarına bunları işten çıkartın diye feryat ettiği köşe yazılarıyla, demokratik olmak suratiyle her vesile ve platformda sesini duyurmaya bu aymazlığa sömürüye dur demeye devam edecektir.
Kaynaklar :
Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi
Kütüphane Dökümantasyon ve Tercüme müdürlüğü Sayfası http://goo.gl/kuf5P
Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi - 1982 Ana Yasası http://goo.gl/AIHmx
Hürriyetport.com 14.01.2011 tarihli "Erdoğan: Tıksırıncaya kadar içiyorlar kime karışmışız? Merkel Türklerden özür dilemeli!" başlıklı haberi http://goo.gl/10LqG
Millet vekili olmak…
Bir milletin meclisinde milletvekili olmak ne demektir ?
Millet vekilliği seçimlerine 5 ay kala gecenin bir vakti bu soru takıldı kafama, uyuyamadım sizlerle paylaşayım dedim.
Yanılıp, şaşırıp bir parti gelse ve “Zeynel Bey sizi partimizde millet vekili olarak görmek isteriz” dese, ” ne parsın olum” dedim kendi kendime. Hani olacağından değil de, düşünürken empati yapma ihtiyacı duyuyor insan.
Milletin vekili olmak…
Düşünmek bile omuzlarımı düşürüyor, öylesine büyük bir vebale memur olmak.
Düşünün öyle bir mevki ki, ne suç işlerseniz işleyin ceza almayacaksınız, ne söylerseniz söyleyin kimse size dokunamayacak. Üstelik, dile kolay tam 75 milyon insanın üzerinde, o devleti idare eden elitin içerisinde olacak, nerdeyse canınızın istediği her şeyi yapabilmeye muktedir olacaksınız !
Peki , ya bu güç cezbeder mi insanı? Millete hizmet etmek yerine kendisine hizmet eder mi acaba bu görev tevdi edilince insan ? Mülkün vekili değil de sahibi sanır mı kendisini ?
Eskiden sultanlarımız Cuma namazı sonrası selamlıkta halkın dilek ve isteklerini kabul etmeden önce halk kendilerini ;
Padişahım Çok Yaşa !
Padişahım Çok Yaşa !
Mülk benimdir diye böbürlenme, unutma senden büyük Allah var !
Diyerek selamlar, adaletin ve mülkün Allahtan olduğunu hatırlatır, padişahın Allah karşısında hissetmesi gereken vebali, bir kere daha yüzüne karşı haykırırmış. Peki bugün bunu hatırlatan olurmuydu bana ?
Ya bugün, bu görev bana tevdi edilse, ben ; Adaletle, ayırım yapmadan, kinden ve husumetten uzak durarak, beni desteklesin - desteklemesin, bütün bir Türk milletinin ihtiyaç ve isteklerine cevap verecek icraatları milletin hizmetine sunabilirmiyim ? Diye soruyor kendisine insan.
Bir yandan mensubu bulunacağım partinin Genel Başkanı’nın istekleri ile halkın ihtiyaçları arasında bocalayıp durmak, diğer yandan çeşitli lobilerin istekleri karşısında milletin ve vatanın çıkarlarını savunmak…
Hayır ! Ben yapamazdım her halde, milletime rağmen siyaset bana göre değil.
Ama ya millete hizmet edebilme şansı değil mi bu ?
Mecliste Vekilsin, dile kolay, halkın adına çalışmak için ne büyük bir fırsat !
Ama oylanacak her yasada, her maddeye oyumu vermeden önce; acaba milletimin çıkarlarına hizmet ediyor mu diye irdeleyip durmaz mıyım ? Oy vermek için her el kaldırdığımda acaba doğrumu yapıyorum, milletim, beni seçenler, bu oyumu doğru bulacak mı ? diye kıvranıp durur muyum ?
Her akşam yatağıma uzandığımda, Allahım acaba bu gün Türk milletine mi hizmet ettim, yoksa birilerinin emellerine mi ? diye düşünmez miyim ?
Millet vekili olmak mı ? Tanrı korusun, ne ben o vebalin altından kalkabilirim, nede bedenim o yükün altından kalkabilir.
Peki , insanlar neden ben Millet Vekili olmak istiyorum der ? İşte tüm bunları düşündükten sonra bir de millet vekili adaylarının, bu vekillik görevini almak için gerçek birer servet harcadığını da düşündükçe, bu soruyu kendime defalarca sormama rağmen bir yanıt bulamadım.
Belki de bu soruyu o yükü omuzlarında taşıyan ya da taşımaya hazırlanan vekillerimizle, vekil adaylarımıza sormak lazım.
Ama alacağım cevapların beni çokta tatmin edeceğini sanmıyorum. Ya sizi, tatmin eder miydi acaba?
Millet vekilliği seçimlerine 5 ay kala gecenin bir vakti bu soru takıldı kafama, uyuyamadım sizlerle paylaşayım dedim.
Yanılıp, şaşırıp bir parti gelse ve “Zeynel Bey sizi partimizde millet vekili olarak görmek isteriz” dese, ” ne parsın olum” dedim kendi kendime. Hani olacağından değil de, düşünürken empati yapma ihtiyacı duyuyor insan.
Milletin vekili olmak…
Düşünmek bile omuzlarımı düşürüyor, öylesine büyük bir vebale memur olmak.
Düşünün öyle bir mevki ki, ne suç işlerseniz işleyin ceza almayacaksınız, ne söylerseniz söyleyin kimse size dokunamayacak. Üstelik, dile kolay tam 75 milyon insanın üzerinde, o devleti idare eden elitin içerisinde olacak, nerdeyse canınızın istediği her şeyi yapabilmeye muktedir olacaksınız !
Peki , ya bu güç cezbeder mi insanı? Millete hizmet etmek yerine kendisine hizmet eder mi acaba bu görev tevdi edilince insan ? Mülkün vekili değil de sahibi sanır mı kendisini ?
Eskiden sultanlarımız Cuma namazı sonrası selamlıkta halkın dilek ve isteklerini kabul etmeden önce halk kendilerini ;
Padişahım Çok Yaşa !
Padişahım Çok Yaşa !
Mülk benimdir diye böbürlenme, unutma senden büyük Allah var !
Diyerek selamlar, adaletin ve mülkün Allahtan olduğunu hatırlatır, padişahın Allah karşısında hissetmesi gereken vebali, bir kere daha yüzüne karşı haykırırmış. Peki bugün bunu hatırlatan olurmuydu bana ?
Ya bugün, bu görev bana tevdi edilse, ben ; Adaletle, ayırım yapmadan, kinden ve husumetten uzak durarak, beni desteklesin - desteklemesin, bütün bir Türk milletinin ihtiyaç ve isteklerine cevap verecek icraatları milletin hizmetine sunabilirmiyim ? Diye soruyor kendisine insan.
Bir yandan mensubu bulunacağım partinin Genel Başkanı’nın istekleri ile halkın ihtiyaçları arasında bocalayıp durmak, diğer yandan çeşitli lobilerin istekleri karşısında milletin ve vatanın çıkarlarını savunmak…
Hayır ! Ben yapamazdım her halde, milletime rağmen siyaset bana göre değil.
Ama ya millete hizmet edebilme şansı değil mi bu ?
Mecliste Vekilsin, dile kolay, halkın adına çalışmak için ne büyük bir fırsat !
Ama oylanacak her yasada, her maddeye oyumu vermeden önce; acaba milletimin çıkarlarına hizmet ediyor mu diye irdeleyip durmaz mıyım ? Oy vermek için her el kaldırdığımda acaba doğrumu yapıyorum, milletim, beni seçenler, bu oyumu doğru bulacak mı ? diye kıvranıp durur muyum ?
Her akşam yatağıma uzandığımda, Allahım acaba bu gün Türk milletine mi hizmet ettim, yoksa birilerinin emellerine mi ? diye düşünmez miyim ?
Millet vekili olmak mı ? Tanrı korusun, ne ben o vebalin altından kalkabilirim, nede bedenim o yükün altından kalkabilir.
Peki , insanlar neden ben Millet Vekili olmak istiyorum der ? İşte tüm bunları düşündükten sonra bir de millet vekili adaylarının, bu vekillik görevini almak için gerçek birer servet harcadığını da düşündükçe, bu soruyu kendime defalarca sormama rağmen bir yanıt bulamadım.
Belki de bu soruyu o yükü omuzlarında taşıyan ya da taşımaya hazırlanan vekillerimizle, vekil adaylarımıza sormak lazım.
Ama alacağım cevapların beni çokta tatmin edeceğini sanmıyorum. Ya sizi, tatmin eder miydi acaba?
16 Ocak 2011 Pazar
Bu Nasıl Şey Sayın Altaylı ?
Bir gazeteci yazar aynı gün yayımladığı iki yazıda kendisiyle nasıl çelişkiye düşer ?
Ben sayın Altaylı'yı bir türlü çözemedim desem yalan olmaz. Bugün Habertürk'ün internet gazetesinde biri HT sporda "Ayıptır Ayıp!" başlıklı, biri köşesinde yayımladığı "Yeni lider yeni demokrasi tipi" , başlıklı olmak üzere iki ayrı yazısını okudum. Bir insan aynı anda iki ayrı uçta fikri nasıl savunabilir sorusuna ilginç bir örnekti doğrusu.
Aslında sayın Altaylı'yı kişi olarak sever, zaman zaman izler, arada bir de taktir ederim. Ama bu gün ki iki yazısıyla beni gerçekten şoka uğrattığını itiraf ediyorum.
İlk yazısında Galatasaraylı camiaya yüklenmiş sayın başbakanımıza nasıl bu şekilde davranırsınız diyerek.
Tamı tamına şu cümlelerle "Bir Başbakan, fikirlerine katılırsınız, katılmazsınız, tarzını seversiniz, sevmezsiniz kimse karışamaz. Sizin stadınızın açılışına gelmiş, konuğunuz, üstelik de açılışını yaptığınız stadın yapımında başından sonuna destek olmuş, organize etmiş, zorlamış hatta bu yüzden tepki toplamış, siz o Başbakan’ı yuhalayamazsınız."
Bu iki cümlede bile kendisine katılamayacağım öyle çok nokta var ki.
Birkere bir başbakan halkı ile çelişemez, çelişmemelidir. "Seversiniz, sevmezsiniz kimse karışamaz", nedemek "kimse karışamaz" bu millet kendisini yönetenlere saltanat yetkisimi vermiştir de karışamaz efendiler ? Kendisi GS camiasının stadlarının açılışına gelmiş bir konukmuş, üstelik de açılışını yaptıkları o stadın yapımına başından sonuna kadar destek olmuşmuş. E bu doğru, kendisi orada bir konuk ve gerçektende o stadın yapımında emeği oldu, haklıya hakkını vermek lazım.
Peki konukluk nereye kadardır ?
Konukluk; vatandaşın ödediği vergilerle stad inşaatına onay verip sonrada o stadın açılışında, toki başkanına bunu siyasi araç haline getirme iznini verdiğiniz anda sona erer arkadaşlar.
Bir konuğunuzun evinize gelip baş köşeye kurulup ardından, size dönüp ; bak ben sana yardım etmesem bu evi nah alırdın demesine benzer bu durum.
Sayın Altaylı yazısının devamında :
"Eğer yuhalayacak kadar kendinize, kulübünüze uzak buluyorsanız toplarsınız genel kurulunuzu ve dersiniz ki, “Biz o stada gitmiyoruz. Biz onun yaptırdığı stadı istemiyoruz ve orada maç yapmayacağız” Galatasaray’a hediye edilen bu stadı reddedersiniz.
Açılışına gitmek bir yana, açılışını yapmazsınız bile.
Sonra da Ali Sami Yen’i zaten iade etmiş olduğunuz için gidersiniz Kartal da mı, Güngören de mi neredeyse maçlarınızı oynarsınız."
Sayın Altaylı'da AKP nin "tehdit" politikasını benimsemiş görünüyor.
Öncelikle oraya gelen taraftar o stada klübüne destek amaçlı değil, maç izleme amaçlı gitmektedir. Bir beşiktaşlı olarak ben bile kalkıp elimi kolumu sallaya sallaya gidebilirim o stada. Başbakanın stadın yapılması için emir vermiş olması hiç bir şeyi değiştirmez. Bir vatandaş olarak eğer başbakanımın tepkiyi hakettiğini düşünüyorsam nerde olduğuma bakmam, o tepkimi demokratik bir biçimde, her platformda da dile getiririm. Zaten başbakanın terketmesinin bence ana sebebi bu tepkiye bahane bulamamsı olmuştur herhalde. Malum ne yumurta atıldı nede fııli ve fiziki bir tepki var ortada, ayrıca o tepki Toki başkanının stadın yapımının AKP nin bir hizmeti olduğunu, milletin gözüne sokmaya kalktığı an başlamıştır ki, millet bu aymazlıktan artık resmen bıkmıştır.
Sayın Altaylı devam etmiş, "Ama Başbakan’ı orada yuhalayamazsınız bu biiiiir!
İkincisine gelince.
Yahu bu bırakın Galatasaray’ı, Türklüğün ananesinde yoktur konuğa hakaret etmek.
İnsanın evine kanlısı gelse dokunmaz, tek kelime etmez, sokakta vuracağı adam evine gelince biraz adam gibi adam olan ona dokunmaz, hakaret etmez. Hürmete layık değilse bile hürmet gösterir konukluğun hatırına.
Galatasaray taraftarının yaptığı büyük ayıptır.
Hem de en büyüğünden."
Konuk konukluğunu bildiği sürece, ananen sana sakin durmanı söyler, ama evinde tahhmül göstermeninde bir sınırı vardır, o sınır aşılırsa çek git denir, ki halkta bunu demiştir. Ayrıca ayıbın büyüğü, yaptığın hayırı milletin gözüne sokmak değildirde nedir.
ve Altaylı devam etmiş yazısına.
"Ve bir şey söyleyeyim mi, Başbakan bunu ödetir Galatasaray’a.
O stadın ne yan yolları yapılır, ne başka bir şeyi bundan sonra.
Doğru mu yapar!
Bence doğru yapar.
Siz siyasetle sporu, siyasetle konukseverliği birbirine soktunuz mu, o da sokuverir.
Bu hakkı da ona siz vermiş olursunuz."
Sayın Altaylı, yazınızın bu kısmını okuduğumda size olan saygımı sonsuza kadar yitirmeme sebep olduğunuzu ifade etmeliyim. Sizdemi, AKP'nin korkutma, tehdit etme mantalitesinin kişiliğinize yerleştirdiniz.
Başbakan eğer bir devlet büyüğümüz ise ve toplumun her kesimine gerçekten saygı duyuyor ve bu saygıyı icraatları ile göstermekte samimi ise, değil o yolların yapılmasına engel olmak, tam tersine, devlet başkanlığının gereğini yapıp protestoya rağmen o yolu yaptırır.
Ama ne AKP, ne de başbakan o olgunluğa ya da devlet kültürüne sahip olmadığından, tam da sizin işaret ettiğiniz şeyi yerine getireceklerdir zaten.
Ayrıca biri başbakan olabilir, hatta mülkün sahibide olabilir, ama toplumların tepkilerini nerede vereceği, nasıl vereceği konusunda ölçüt demokratiklik ise bence gayet demokratik ve tamda yerinde bir tepki olmuştur.
Sanırım sayın sayın Altaylı, başbakanın son iki gündür önce grup toplantısında sonra, halk önünde kendisini eleştiren halka, nasıl hırs ve hınçla sayıp, sövdüğünü farketmemiş olsa gerek. Dün stadyum açılışında meydana gelen tepkide, işte tamda bu dolmuşluğun tezahürüdür bence.
Gelelim Altaylının diğer yazısına. Gülüyorum okudukça, sizde okuyun lütfen, ama okuduğunuzda göreceksiniz ki, alet olduğu AKP politikalarını ve tasvip ettiği başbakanın genel tarzını, bu defa Fransa devlet başkanı olan Sarkozy'nin şahsında, Bask bölgesini ziyaretinde izlediği bir haberci ile yaptığı röpörtajda bu defa yeriyor, hatta elimiz kolumuz bağlı allah çocuklarımıza sabır versin der gibi bir cümleyle bitiriyor yazısını !
Sayın Altaylı her gazetecinin, her aydının bir çizgisi vardır. Kimi, zaman zaman doğrular karşısında o çizgiden ödün vererek doğrunun hakkını teslim eder. Yanlışı olduğunda da aydın kişi olmanın gereği olanı yapıp "Ben yanılmışım der" ama bir çizgisi vardır.
Son dönemde sizin ciddi bir çizgi arayışında olduğunuz fikrine kapılmaya başladım.
Başbakanımız; Toki başkanı vasıtasıyla Galatasaraylı camiayı, stadlarının açılışında, bu olayı AKP nin politik malzemesi yapmaya çalışmıştır. GS camiasının verdiği bu tepki, işte bu noktada başlamıştır ki zaten iki gündür Başbakanın halkı her zamanki çirkin üslubuyla küçültmesi de millet üzerinde bir infihale sebep olduğundan, bu tepki tam da yerinde ve sıcağı sıcağına verilmiş bir tepkidir.
Kendi namıma Galatasaraylı camiayı kutluyor ve vatanlarına milletlerine bağlılıklarının devamını diliyorum.
Ben sayın Altaylı'yı bir türlü çözemedim desem yalan olmaz. Bugün Habertürk'ün internet gazetesinde biri HT sporda "Ayıptır Ayıp!" başlıklı, biri köşesinde yayımladığı "Yeni lider yeni demokrasi tipi" , başlıklı olmak üzere iki ayrı yazısını okudum. Bir insan aynı anda iki ayrı uçta fikri nasıl savunabilir sorusuna ilginç bir örnekti doğrusu.
Aslında sayın Altaylı'yı kişi olarak sever, zaman zaman izler, arada bir de taktir ederim. Ama bu gün ki iki yazısıyla beni gerçekten şoka uğrattığını itiraf ediyorum.
İlk yazısında Galatasaraylı camiaya yüklenmiş sayın başbakanımıza nasıl bu şekilde davranırsınız diyerek.
Tamı tamına şu cümlelerle "Bir Başbakan, fikirlerine katılırsınız, katılmazsınız, tarzını seversiniz, sevmezsiniz kimse karışamaz. Sizin stadınızın açılışına gelmiş, konuğunuz, üstelik de açılışını yaptığınız stadın yapımında başından sonuna destek olmuş, organize etmiş, zorlamış hatta bu yüzden tepki toplamış, siz o Başbakan’ı yuhalayamazsınız."
Bu iki cümlede bile kendisine katılamayacağım öyle çok nokta var ki.
Birkere bir başbakan halkı ile çelişemez, çelişmemelidir. "Seversiniz, sevmezsiniz kimse karışamaz", nedemek "kimse karışamaz" bu millet kendisini yönetenlere saltanat yetkisimi vermiştir de karışamaz efendiler ? Kendisi GS camiasının stadlarının açılışına gelmiş bir konukmuş, üstelik de açılışını yaptıkları o stadın yapımına başından sonuna kadar destek olmuşmuş. E bu doğru, kendisi orada bir konuk ve gerçektende o stadın yapımında emeği oldu, haklıya hakkını vermek lazım.
Peki konukluk nereye kadardır ?
Konukluk; vatandaşın ödediği vergilerle stad inşaatına onay verip sonrada o stadın açılışında, toki başkanına bunu siyasi araç haline getirme iznini verdiğiniz anda sona erer arkadaşlar.
Bir konuğunuzun evinize gelip baş köşeye kurulup ardından, size dönüp ; bak ben sana yardım etmesem bu evi nah alırdın demesine benzer bu durum.
Sayın Altaylı yazısının devamında :
"Eğer yuhalayacak kadar kendinize, kulübünüze uzak buluyorsanız toplarsınız genel kurulunuzu ve dersiniz ki, “Biz o stada gitmiyoruz. Biz onun yaptırdığı stadı istemiyoruz ve orada maç yapmayacağız” Galatasaray’a hediye edilen bu stadı reddedersiniz.
Açılışına gitmek bir yana, açılışını yapmazsınız bile.
Sonra da Ali Sami Yen’i zaten iade etmiş olduğunuz için gidersiniz Kartal da mı, Güngören de mi neredeyse maçlarınızı oynarsınız."
Sayın Altaylı'da AKP nin "tehdit" politikasını benimsemiş görünüyor.
Öncelikle oraya gelen taraftar o stada klübüne destek amaçlı değil, maç izleme amaçlı gitmektedir. Bir beşiktaşlı olarak ben bile kalkıp elimi kolumu sallaya sallaya gidebilirim o stada. Başbakanın stadın yapılması için emir vermiş olması hiç bir şeyi değiştirmez. Bir vatandaş olarak eğer başbakanımın tepkiyi hakettiğini düşünüyorsam nerde olduğuma bakmam, o tepkimi demokratik bir biçimde, her platformda da dile getiririm. Zaten başbakanın terketmesinin bence ana sebebi bu tepkiye bahane bulamamsı olmuştur herhalde. Malum ne yumurta atıldı nede fııli ve fiziki bir tepki var ortada, ayrıca o tepki Toki başkanının stadın yapımının AKP nin bir hizmeti olduğunu, milletin gözüne sokmaya kalktığı an başlamıştır ki, millet bu aymazlıktan artık resmen bıkmıştır.
Sayın Altaylı devam etmiş, "Ama Başbakan’ı orada yuhalayamazsınız bu biiiiir!
İkincisine gelince.
Yahu bu bırakın Galatasaray’ı, Türklüğün ananesinde yoktur konuğa hakaret etmek.
İnsanın evine kanlısı gelse dokunmaz, tek kelime etmez, sokakta vuracağı adam evine gelince biraz adam gibi adam olan ona dokunmaz, hakaret etmez. Hürmete layık değilse bile hürmet gösterir konukluğun hatırına.
Galatasaray taraftarının yaptığı büyük ayıptır.
Hem de en büyüğünden."
Konuk konukluğunu bildiği sürece, ananen sana sakin durmanı söyler, ama evinde tahhmül göstermeninde bir sınırı vardır, o sınır aşılırsa çek git denir, ki halkta bunu demiştir. Ayrıca ayıbın büyüğü, yaptığın hayırı milletin gözüne sokmak değildirde nedir.
ve Altaylı devam etmiş yazısına.
"Ve bir şey söyleyeyim mi, Başbakan bunu ödetir Galatasaray’a.
O stadın ne yan yolları yapılır, ne başka bir şeyi bundan sonra.
Doğru mu yapar!
Bence doğru yapar.
Siz siyasetle sporu, siyasetle konukseverliği birbirine soktunuz mu, o da sokuverir.
Bu hakkı da ona siz vermiş olursunuz."
Sayın Altaylı, yazınızın bu kısmını okuduğumda size olan saygımı sonsuza kadar yitirmeme sebep olduğunuzu ifade etmeliyim. Sizdemi, AKP'nin korkutma, tehdit etme mantalitesinin kişiliğinize yerleştirdiniz.
Başbakan eğer bir devlet büyüğümüz ise ve toplumun her kesimine gerçekten saygı duyuyor ve bu saygıyı icraatları ile göstermekte samimi ise, değil o yolların yapılmasına engel olmak, tam tersine, devlet başkanlığının gereğini yapıp protestoya rağmen o yolu yaptırır.
Ama ne AKP, ne de başbakan o olgunluğa ya da devlet kültürüne sahip olmadığından, tam da sizin işaret ettiğiniz şeyi yerine getireceklerdir zaten.
Ayrıca biri başbakan olabilir, hatta mülkün sahibide olabilir, ama toplumların tepkilerini nerede vereceği, nasıl vereceği konusunda ölçüt demokratiklik ise bence gayet demokratik ve tamda yerinde bir tepki olmuştur.
Sanırım sayın sayın Altaylı, başbakanın son iki gündür önce grup toplantısında sonra, halk önünde kendisini eleştiren halka, nasıl hırs ve hınçla sayıp, sövdüğünü farketmemiş olsa gerek. Dün stadyum açılışında meydana gelen tepkide, işte tamda bu dolmuşluğun tezahürüdür bence.
Gelelim Altaylının diğer yazısına. Gülüyorum okudukça, sizde okuyun lütfen, ama okuduğunuzda göreceksiniz ki, alet olduğu AKP politikalarını ve tasvip ettiği başbakanın genel tarzını, bu defa Fransa devlet başkanı olan Sarkozy'nin şahsında, Bask bölgesini ziyaretinde izlediği bir haberci ile yaptığı röpörtajda bu defa yeriyor, hatta elimiz kolumuz bağlı allah çocuklarımıza sabır versin der gibi bir cümleyle bitiriyor yazısını !
Sayın Altaylı her gazetecinin, her aydının bir çizgisi vardır. Kimi, zaman zaman doğrular karşısında o çizgiden ödün vererek doğrunun hakkını teslim eder. Yanlışı olduğunda da aydın kişi olmanın gereği olanı yapıp "Ben yanılmışım der" ama bir çizgisi vardır.
Son dönemde sizin ciddi bir çizgi arayışında olduğunuz fikrine kapılmaya başladım.
Başbakanımız; Toki başkanı vasıtasıyla Galatasaraylı camiayı, stadlarının açılışında, bu olayı AKP nin politik malzemesi yapmaya çalışmıştır. GS camiasının verdiği bu tepki, işte bu noktada başlamıştır ki zaten iki gündür Başbakanın halkı her zamanki çirkin üslubuyla küçültmesi de millet üzerinde bir infihale sebep olduğundan, bu tepki tam da yerinde ve sıcağı sıcağına verilmiş bir tepkidir.
Kendi namıma Galatasaraylı camiayı kutluyor ve vatanlarına milletlerine bağlılıklarının devamını diliyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)